29 Ekim 2013 Salı

AĞRILARIN PSİKOLOJİK NEDENLERİ

AĞRILARIN PSİKOLOJİK NEDENLERİ
     
          Bedenimizin sol tarafında olan ağrılar yaratıcılık eksikliğinden yeterince ortaya çıkaramadığımızdan yeterince potansiyelimizi gerçekleştiremediğimizden, önümüzde engel hissettiğimizde olur.
         

          Bedenimizin sağ tarafında olan ağrılar ise kontrol edip edemediğimizden içinde bulunduğumuz durumları kontrol etme ihtiyacımız olduğundan dolayı kontrolü kaybetme durumundan oluyor.
         

           Sırt ağrılarının tümü geçmişle ilgilidir. Ön tarafla ilgili ağrılar şimdi ile ilgilidir. Bel ağrıları ise ruhsal boyutludur. Potansiyelini iyice ifade edemediğin ile bağlantılıdır.
            

            Ağrılar bedenimizin bizimle iletişime geçme yoludur.
           “dikkat et bir yanlış var” demektir.

İDEA DANIŞMANLIK

                                 Gülsen YANGEL

AĞRI GEÇİRME

AĞRI GEÇİRME
Şimdi karnına odaklan, karnına odaklan, karnındaki ağrıya odaklan.
Karnındaki ağrının şekli ne? Nasıl bir şekil canlanıyor gözünde?
Kare—gibi bir şey
Peki bu karenin rengi ne?
Ağırlığı ne kadar?
Belki 200 gr.
Konsantre ol, konsantre ol ağrına konsantre ol.
Konsantre ol, konsantre ol ağrına konsantre ol.
Şimdi bu ağrının şekli nasıl?
Böyle çubuk gibi
Çubuğa dönüştü mü öyle mi?
Peki rengi ne?
Böyle hıııımmm gri gibi
Peki konsantre ol, konsantre ol, konsantre ol.
Ağırlığı şimdi ne kadar?
Daha hafif
Peki ağrına konsantre ol, konsantre ol, konsantre ol.
Ve şimdi şekli ne ağrının?
Çok küçük
Küçüldü mü?
Peki konsantre ol, konsantre ol, konsantre ol.
Ağrının rengi ne?
Yıldız gibi bir şeye dönüştü beyaz gibi.
Peki konsantre ol, konsantre ol, konsantre ol.
Şimdi ağırlığı ne kadar?
Hafif
Peki konsantre ol, konsantre ol, konsantre ol.
Ağrının şekli nasıl?
TV kapatırsın ya o şekil gibi.
Konsantre ol, konsantre ol, konsantre ol.
Şimdi rengi ne?
Sarı
Ağrına konsantre ol, konsantre ol, konsantre ol.
Şimdi ağırlığı ne kadar?
Yok gibi
Peki şimdi üfle var gücünle üfle.
Aç gözlerini ağrıyı hissediyor musun?
Hayır

Yüzleştiğimiz her şey gücünü yitirir.               İDEA DANIŞMANLIK  Gülsen YANGEL

28 Ekim 2013 Pazartesi

Hipnoz


Hipnoz


Hipnoz, telkinler yoluyla elde edilmiş, telkinlerle yönlendirilen, tıpta hukukta, eğitimde, sporda, günlük hayatta çok geniş bir kullanım alanı olan, cinlerle, şeytanlarla ilgisi bulunmayan iradenin ve bilincin tamamen ortada ve açık olduğu bir trans halidir...
Geçen günlerde emrinde olan subayları hipnoz ederek, istemleri dışında onlardan bilgi alan bir albay, yargılandığı mahkemece tutuklanınca, hipnoz olayı tekrar insanlar için merak konusu olmuştur Peki ama nedir bu hipnoz olayı? İşte bu sorunun ve daha fazlasının cevabı;

Günümüzde, özellikle tıbbın ve dolayısıyla ilacın yararlı olamadığı çoğu durumda hipnoz, insanlığa yardımcı olmaktadır Hipnozun bütün dünyada analjezik, anestezik ve psikolojik tedavide kullanıldığı bilinmektedir Örneğin, psikojen kökenli ağrılarda, allerjik bünyeler ve organizmanın kimyasal tedaviye elverişli olmadığı durumlarda hipnoz, diğer tıbbi metotların yanında yer almaktadır Söz gelimi tüm fobileri ilaçla tedavi edebilmek mümkün değildir Belki uzun zaman alan psikoterapi seansları ile fobiler önlenebilir fakat hipnoterapi ile çok kısa sürede hastalar bu şikayetlerinden kurtulabilmektedirler

Çeşitli alışkanlık ve davranış bozukluklarının giderilmesinde hipnoterapinin yararı bugün hemen tüm dünyada kabul edilmektedir Ayrıca hipnoz, tıbbi tedavinin yanı sıra eğitim, güzel sanatlar ve sporda etkili bir metot olarak uygulanmaktadır

Fakat ne yazık ki günümüzde hipnoz, bazıları “hipnozcu”, bazıları medyum olarak adlandırılan ve psikolojik tedaviler konusunda hiçbir ehliyeti olmayan kişiler elinde sömürülmektedir

Hipnoz Nedir?
Hipnoz kelimesi eski Yunancada “hypnos=uyku” anlamına gelir Ancak hipnoz bir uyku hali olmayıp, aksine uyanıklık halidir Elektroensefalografi (EEG) kullanılan modern araştırmalarda elde edilen beyin ritim örnekleri, hipnotize edilmiş bir kişinin, uyku ile uyanıklık arasında olduğunu göstermektedir Hipnotizma ise; hipnoz yaparken kullanılan tekniklerin tümüdür Türk Dil Kurumu’nun Türkçe sözlüğünde hipnoz, “Sözle, bakışla, telkin yapılarak meydana getirilen bir çeşit uyku hali ki, bu halde uyuyan kimse (denek), uyutanın etki ve telkinlerine açık, fakat dış dünyanın başka etkilerine karşı kapalıdır ” şeklinde tarif edilmektedir
Hipnoz’un Tarihçesi
İlkçağlarda insanlar, hipnoz ve benzeri yöntemleri bilmeden kullanmışlardı Günümüzde geleneksel yaşam tarzını sürdüren toplumlarda da böyle olaylar görülmektedir Ritmik tam-tam seslerinin, monoton dini şarkıların ve dansların yarattığı ruhsal durum, insanları hipnotik hale ulaştırmakta, bu durumdaki insanlar da kimi zaman çok şaşırdığımız olayların kahramanları olmaktadır Örneğin; böyle insanlar ateş üzerinde yürüyebilmekte, uzun süre toprak altında ölü gibi gömülü kalabilmektedirler

Hipnozun insanlar tarafından kullanılmaya başladığını gösteren ilk yazılı belgelere eski Yunan’da rastlamaktayız M Ö 1400-1300 yıllarından kalan dua taşlarında telkinle ilgili bilgilere rastlanmaktadır Eski Yunan’da hipnoz, gerginliklerin giderilmesinde ve bazı histerik durumların tedavisinde kullanmıştır Eski Galyalılar ise hipnoza “sihirli uyku” demişler ve onu, siğili olan kişilerin tedavisinde kullanmışlardır Uzakdoğu dinlerinde ise bu gibi olaylar çok eskiden beri bilinmekte ve uygulanmakta idi Hinduizm, Budizm gibi dinlerde otohipnoz başta olmak üzere her türlü psişik ve parapsişik olaylar görülmekte idi Avrupa’da ise hipnoz, 1760 yılına kadar halk tarafından bilinmiyordu Hipnozun kitlelere yayılmasını sağlayan kişi, onu tedavi vasıtası olarak kullanmanın yanı sıra bir gösteri haline de getirmiş olan, Franz Anton Mesmer’dir Mesmer, hipnoza “hayvan manyetizması” adını vermiş ve bütün hastalıkların bu hayvan manyetizmasının dengesinin bozulmasından kaynaklandığını söylemiştir Mesmer birçok hastasında çarpıcı gelişmeler de elde etmiştir O günlerde bilim adamları Mesmer’in metodunda faydalı bir şey göremediler ve onu ciddiye almadılar Hatta hipnozu bir şarlatanlık olarak gördüler Geleneksel tıp çevreleri 1900′lü yıllara kadar hipnozu ihmal etti 19 yüzyılda bir İngiliz cerrah olan James Braid, hipnotizmayı başlı başına bir olay olarak ele aldı ve ilk defa hipnoz kelimesini kullandı Braid, birçok büyük ameliyatta hipnozu kullanmıştır

Braid’in takipçilerinden Liebeault, sabit bakış metoduna, sözle telkini de katarak uzun süre hipnotizmayı başarı ile uygulamıştır Daha sonra Prof Bernheim, yaptığı denemeler sonunda Liebeault’un metodunu benimseyerek bu yoldaki çalışmalara devam etmiştir Pierre Janet ise, telkin ile hipnoz’un ayırımını yapan ilk düşünür olmuştur Başlangıçta Janet ile aynı görüşte olan Sigmund Freud, psikanaliz açısından hipnozu ele alıp açıklamıştır Freud, arkadaşı Breuer ile birlikte hipnozu hastalıkların tedavisinde kullanılacak bir metod olarak benimsemiştir Ancak nevrozlu hastalar üzerinde yaptığı uygulamalarda olumsuz sonuç alması, onun bu metodu terketmesine sebep olmuştur Daha sonra “serbest çağrışım” metodunu kullanarak üne kavuşmuştur 1955′de İngiliz Tıp Birliği (British Medical Association) ve 1958′de Amerikan Tıp Birliği (American Medical Association), hipnozun, tıpta kullanılabileceğini kabul etmişlerdir Günümüzde dünyanın birçok yerinde hipnozla ilgili araştırmalara devam edilmektedir.
Hipnoz nasıl gerçekleşir?
Hipnoz yapılacak denek bir iskemleye oturtulur Hipnotizör onun karşısına geçerek (çeşitli metodlar kullanarak; ışık, obje, bakış, telkin vs) onu hipnotize etmeye başlar Denek ilkönce kendisinde bir ağırlık hissi duyar Bu ağırlık hissi deneğin iradesini kırar ve onu hareketsizliğe, uyuşukluğa iter Bu sırada deneğin bilinci de bulanmaya başlar Bazan ağırlık hissi çok güçlü bir hal alır Deneğin gözleri kararır, etrafı yavaş silinmeye yüz tutar Bu hallerin belirmesi, deneğin dış dünya ile ilişkilerinin gittikçe gevşediğinin ifadesidir Deneğin bulanan bilinci bir süre sonra deneği, dış dünyadan tamamen koparır Ve denek kendi bilinç alanı üzerindeki kontrolünü tamamen kaybeder Ve hipnotizör deneğin iradesine yön vermeye başlar Burada önemli olan şey, deneğin hipnotizöre inanmış olmasıdır.
Hipnozun dereceleri nelerdir?
Hafif Trans: Hipnozun başlangıcında görülür Hafif bir gevşeme, hafif bir sersemlik halidir Deneğin gözleri kapandığı halde göz kapaklarında titremeler olur Deneğin zihinsel faaliyetlerinde zayıflama, kol ve bacaklarda ağırlaşma, fizyolojik faaliyetlerde yavaşlama görülür Bütün bunlara rağmen deneğin bilinci yerindedir

Orta Trans: Orta trans safhasında hipnoz hali açık-seçik biçimde görülür Denek, hipnotizörün sesine tam olarak şartlanır Duygular hipnozun bu safhasında kesinlik kazanır

Tam ve Derin Trans: Tam ve derin transta, trans hali bozulmaksızın deneğin gözleri açtırılabilir Deneğin gözleri açık olmasına rağmen, donuktur Çevresindeki gürültülerin hiçbirini duymaz Kendisine hipnotizörün verdiği şekli aynen, bozmadan korur Deneğin gözlerinin bakışı sabittir Tam uyuşukluk hali tüm vücuda yayılmıştır Bu safhada denek üzerinde çeşitli testler rahatlıkla yapılabilir

Değişik Hipnoz Çeşitleri
Kişisel hipnoz: Bir kişinin hipnoz edilmesidir Grup hipnozu: Birden çok kişinin aynı anda birlikte hipnotize edilmesidir

Kollektif hipnoz: Kalabalık sayılabilecek insan grubunun topluca hipnoz edilmesidir Grup hipnozundan farkı, hipnotize olan insanların sayıca farklı oluşudur

Sosyal hipnoz: Genel olarak toplum baskısı ve kontrolü sonucu ortaya çıkar Bireylerin toplu olarak uyumlu davranış göstermeleri sosyal hipnozun en belirgin yanıdır Sosyal hipnozda hipnotizör rolünü toplum liderleri üstlenirler

Otohipnoz: Kişinin bir başkasına ihtiyaç duymaksızın kendi kendini hipnotize etmesidir

Yol hipnozu: Özellikle uzun ve düz yolda otomobil kullanan sürücülerin yol hipnozuna girdikleri bilinir Aşırı yorgunluk, uykusuzluk, sessizlik, trafiğin serbest ve rahat oluşu yol hipnozunun meydana gelmesini kolaylaştırır

Uyanıkken hipnoz: Hipnozlu kişi, gözleri açık olarak uyuması telkin edilmişse,gözleri açık bir şekilde uyuyabilir

Sürekli hipnoz: Denek önce derin transa sokulur ve sonra da telkin yapılarak, bu durumun uzun süre sürdürülmesi sağlanır

Herkes hipnotize olabilir mi?
Eğer isterse olabilir, yaklaşık olarak kişilerin %80′i belirli bir ölçüde hipnotize olabilirler Bu bireyin telkin alma derecesine bağlıdır Kişilerin ancak % 25′i derin hipnoza girebilir Zeki ve hayalgücü zengin olanlar çok iyi hipnotize olurlar Aydınlar, disipline alışkın kişiler, askerler, hemşireler, sporcular, ilkokul ve lise çağındaki öğrenciler kolaylıkla hipnotize edilebilirler

Kimler hipnoz olamaz?
5-6 yaşından küçük olan çocuklarla, 70 yaşın üzerindeki büyüklerin hipnoz olması zordur Zihinsel herhangi bir rahatsızlığı olan kişiler, zeka seviyesi (IQ’su) düşük kişiler, bunaklar, konsantrasyon zorluğu yaşayan kimseler, hipnoz olmak istemeyen, korkan, oto kontrolü elden bırakmak istemeyen kişiler de hipnoz olamazlar

Hipnoz nerelerde kullanılır?
Hipnoz’un bugün dünyada kullanım alanları şunlardır:
Tıpta: Genellikle psikiyatri, cerrahi, anestezioloji, dermatoloji, nöroloji, kadın doğum ve diş hekimliği’nde Psikiyatride; anksiyete ve kaygı bozukluklarında, histeri, astım, uykusuzluk, fobiler (her türlü korkunun giderilmesinde), sigara, alkol, uyuşturucu alışkanlıkları, aşırı kilo ve yeme bozuklukları, konsantrasyon eksikliği, günlük stres ve sıkıntıların giderilmesinde kullanıldığı gibi, ameliyat ve diş çekimi öncesi anestezide, doğum ağrılarının kontrolünde kullanılmaktadır
Eğitimde: Konsantrasyonun temininde, özgüvenin geliştirilmesinde, hafızayı kuvvetlendirmede, ders çalışmada, stresin giderilmesinde
Hukukta- Emniyette: Amerikada polis, tanıkların başlarından geçenleri veya gördüklerini detaylı olarak anlatmaları için hipnozdan faydalanmaktadır 

Detoks

Detoks

Sağlığımızı neden kaybediyoruz, organlarımızı normal sağlıklı fonksiyonlarından uzaklaştıran sebepler nelerdir gibi sorular hepimizin merak ettiği konulardır. Endüstriyel gelişim ile birlikte, binlerce kimyasal bileşen doğaya atılmaya başlandı. Sigara, yediğimiz işlemden geçmiş hazır gıdalar, bilgisayar, televizyon ve cep telefonları, GDO lu tahıllar, suni gübreli tarım ürünleri, içtiğimiz su ve aldığımız her nefes vücudumuza yeni toksinleri taşımaktadır diyor uzmanlar…

Peki nedir bu toksin?

Toksinler ciddi sağlık riski yaratabilecek olup, haklarında çok az şey bilinmektedir. Üstelik de, iki veya daha fazla toksin bir araya geldiğinde daha güçlü bir etkiye sahip olup sağlığımızı etkilemektedir.

Dişlerimizdeki cıvalı dolgular, kök kanallarında anaerobik bakteri, antibiyotik kullanımına bağlı bağırsaklarda anormal bakteriyel flora, kurşunlu benzin kullanıldığı dönemde kemiklerimizde birikmiş olan kurşun, kanımızda dolaşarak karaciğer metabolizmasını bozan ilaçlar her geçen gün artmaktadır. Sigara, alkol, hava kirliliği, stres, hormonlu gıdalar gibi daha sayamadığımız pek çok etken vücudumuzda toksin birikimine neden olur. Bu toksinler zamanla vücudumuzun düzenini etkilemekte ve eklem ağrıları, yaşlanma, kilo, şeker gibi pek çok hastalığa davetiye çıkarmaktadır.

İşte size bazı toksin kaynakları;
Besinler ve İçecekler: İşlemden geçmiş hazır yiyecekler, kafeinli içecekler ve atıştırmalık şekerli gıdalar

Hava Kirliliği: Egzoz dumanı, sigara dumanı, yakılan kömür ve sanayi dumanlarından oluşan sis
Radyasyon: Bilgisayar, televizyon ve cep telefonları
Stres: Bedenin besin emme kapasitesini, dinlenmesini ve kendini onarmasını engeller

Toksin kaynakların hızla çoğalmasından dolayı vücudumuzu hızla toksinlerden arındırmamız (detox) gerekmektedir. Gençliğinizdeki gibi enerjik olmak ya da 10 yıl daha genç görünmek ister misiniz? O zaman, detoks yapmayı deneyin! Bir detoks programı, modern yaşam sonucu bedeninizde biriken sayısız toksinden sizi arındırıp, sağlıklı alışkanlıklar edinmeniz için gerekli zemini hazırlar.

Vücuttaki Toksin Birikiminin Göstergeleri
Kronik bir yorgunluk hali
Sık sık acıkma (bazen geceleri açlık hissi ile uyanma)
Mide ekşimesi, gaz, hazımsızlık, şişkinlik ve geğirme yakınmaları.
Vücutta ödem şikayetleri (şişlik)
Aşırı ve sık yemek yeme arzusu
Baş ağrısı ya da migren nöbetleri.
Rahatsız ve yetersiz uyku. Gereksiz, aşırı hiddet, öfke hali
Sık sık değişen ruh hali (gün içinde mutluluk, mutsuzluk, sakinlik, öfke dalgalanmaları)
Depresyon veya bunaltı ve kararsızlık hali, unutkanlık
Belirli bir sebebe bağlı olmaksızın kilo alma ve verme
Tırnak değişikliği, tırnaklarda çatlama, beyaz lekeler, çabuk kırılma
Saçlarda kırılma, kuruma ve aşırı dökülme
Tekrarlayan sırt ve boyun ağrıları, eklem ağrıları, kas güçsüzlüğü kramplar.
Egzersize karşı isteksizlik
Sık sık idrara çıkma
Aşırı ve kötü kokulu terleme
Göz altlarında koyu halkalar, gözde sulanma ve kaşıntı
Tekrarlayan deri döküntüleri, isilik, kırmızı lekeler, pullanmalar, kurdeşen atakları
Uzun süren öksürük. Boğazda yanma ve batma

Endüstrinin giderek gelişmesiyle artan toksinler, insan metabolizmasının kendini temizleme kapasitesinden çok daha hızlı bir şekilde birikime yol açmaya başladı. Yediğimiz hormonlu gıdalar, soluduğumuz oksijensiz hava, içtiğimiz yanlış sular sonucunda organizmamız kendini temizleyemez hale geldi. Bunun sonucunda vücudumuzun PH dengesi bozuldu; alkalik ortamdan asidik ortama doğru bir değişim yaşadık ve mükemmel vücudumuz da bizi korumak için oluşan bu asitleri yağ hücrelerinin içine hapsetmeye başladı.

Toksinler kan ve doku kirliliği oluşturdu. Kan kirliliği de mikroplar için gerekli olan üreme ortamını yarattı. Biz de farkında olmadan bu atıkları taşımaya başladık. Zaman içinde de kilo almış, iç organları yağlanmış, metabolizması yavaşlamış, ruh sağlığı bozulmuş, günden güne yaşlanan bedenler haline geldik. Vücudumuzda oluşan hastalıklardan kurtulmanın yolu öncelikle kan zehirlenmesinden kurtulmaktır. Çünkü hastalığın sebebi kanın normal seviyesinin üzerinde toksin yüklenmesidir.

Detoks Cihazı
Vücudumuzda oluşan toksinler, asitler ve serbest radikallerin bir bölümü deri, böbrek, ciğer ve bağırsaklar yoluyla doğal olarak vücuttan atılır, fakat tamamı atılamaz. Ayak detoksunda kulanılan elektroliz yöntemi sayesinde ise, bedenimizde kalan atık maddeleri sağlıklı bir biçimde vücudumuzdan atmak mümkündür.

Dolaşım sistemimizdeki kan, 22 dakikada tüm dolaşımını tamamlar. Bedenimizde biriken zararlı maddeler pozitif iyon yüküne sahiptir. Negatif–pozitif iyonların birbirlerini çekmesi esasıyla çalışan ayak detoks sistemi, aşırı negatif iyonlaşma ile vücudumuzda bulunan pozitif iyon yüküne sahip toksinleri, asitleri ve serbest radikalleri mekanik olarak kendine çeker. Negatif iyonlaşma kritik değerleri aştığı zaman nano büyüklükten küçük zararlı maddeler ayak tabanında bulunan 4000’i aşkın ter bezi sayesinde dışarıya atılırlar.

ALLIN İYON DETOKS CİHAZININ ÇALIŞMA PRENSİBİ

Su ile doldurulmuş özel bir kabın içerisine eller veya ayaklar konularak ALLIN IYON DETOKS cihazı çalıştırılır. Belirli bir süre sonra el ve ayaklarımızda bulunan reflex noktalarından, hücre duvarları arasında birikmiş olan toksin (zehirli) maddeler çıkmaya başlar. Bu arınma metodu hücre duvarları arasında oluşan toksin (zehirli) maddelerin vücudun dışına atılmasını sağlar.

ALLIN İYON DETOKS CİHAZINI KULLANMAK ÇOK KOLAY

Ilık su ile doldurulmuş temiz bir kabın içerisine eller veya ayaklar konularak , kesinlikle kişiye özel kullanılması gereken Array’la (elektrod) beraber cihaz çalıştırılır. Belirli bir süre sonra el ve ayaklarımızda bulunan 4000 den fazla kanal vasıtasıyla (her biri vücudumuzdaki bir organla bağlantılı olan noktalar) hücre duvarları arasında birikmiş olan toksin (zehirli) maddeler çıkmaya başlar. Sadece 30 dakikada vücudunuzu temizlemiş olursunuz.

Bu arınma metodu hücre duvarları arasında oluşan toksin (zehirli) maddelerin vücudun dışına atılması ile son bulur. İlk 14 seans sonrasında yılda 3 – 4 defa 1’er seans uygulanması son derece faydalıdır.

Detoks el veya ayaklara uygulanan, fiziksel ve ruhsal enerjiyi yükseltmek için uygulanan bir yöntemdir. Vücudu cilt katmanlarında bulunan toksinlerden arındırır.

ALLIN İYON DETOKS cihazının evde kolaylıkla uygulanabilen detoks seansları sayesinde;

1. Herhangi bir yan etkiye maruz kalmadan; etkin ve güvenli bir tedavi olanağına sahip olabilirsiniz.

2. Ayrıca metabolizmanız güçlenir, bağışıklık sisteminiz gelişir, vücudunuzun direnci artar, enfeksiyon riski azalır. Kanın yenilenmesini sağlanır.

3. Hafızanın güçlenmesine, idrar kontrolünün kolaylaşmasına, vücut pH’nın dengelenmesine sebep olur. Baş ağrısı, romatizma vb. ağrılar hafiflemesine neden olur.

4. Kan şekerini düşürebilir, kolesterolü ve tansiyonu dengeleyebilir. Eklem iltihabı, gut, romatizma gibi hastalıkların tespitini sağlar.

5. Vücut daha az su tutar, kilo kontrolü kolaylaşır. Saç dökülmelerini azaltabilir, sivilce ve cilt problemlerin giderilmesine yardımcı olur.

6. Negatif iyonlar sayesinde endokrin sistemi dengeleyebilir, tüm sistemlerin ve organların normal çalışmasını sağlayıp, sağlığımıza bir kalkan oluşturur.

Somut sonucunu detoks sonucunda ortaya çıkan atıkların renginden hangi organımızda yoğun toksin birikiminin olduğunu da detoksifikasyon renk tablosu’ndan görebilirsiniz.

ALLIN İYON DETOKS AYAK DETOKSU İLE POZİTİF İYONLARIN UZAKLAŞTIRILMASI

Vücudumuzda oluşan toksinler, asitler ve serbest radikallerin bir bölümü deri, böbrek, ciğer ve bağırsaklar yoluyla doğal olarak vücuttan atılır, fakat tamamı atılamaz. Ayak detoksun da kulanılan elektroliz yöntemi sayesinde ise, bedenimizde kalan atık maddeleri sağlıklı bir biçimde vücudumuzdan atmak mümkündür.

Dolaşım sistemimizdeki kan, 22 dakikada tüm dolaşımını tamamlar. Bedenimizde biriken zararlı maddeler pozitif iyon yüküne sahiptir. Negatif–pozitif iyonların birbirlerini çekmesi esasıyla çalışan ayak detoks sistemi, aşırı negatif iyonlaşma ile vücudumuzda bulunan pozitif iyon yüküne sahip toksinleri, asitleri ve serbest radikalleri mekanik olarak kendine çeker. Negatif iyonlaşma kritik değerleri aştığı zaman nano büyüklükten küçük zararlı maddeler ayak tabanında bulunan 4000’i aşkın ter bezi sayesinde dışarıya atılırlar.


GENEL BİLGİLER :

– Su kalitesi değişik ülke ve bölge şartlarına göre değişir. Elektrik akımını etkinleştirmek için bir parça tuz ekleyin. Suyun iletkenliği iyonları etkiler ve detoksifikasyon un kalitesini belirler. Panel 0,8 amperden aşağıda gösteriyorsa, bu suya biriz tuz ekleyerek su iletkenliğini artırabilirsiniz. Ama makinenin ve arrayın uzun ömürlü olması için, fazla tuz eklemekten kaçının. En normal akım görüntüsü 12 ve 18 arasıdır, 1.2 ve 1.8 amper arasıda olması gereken aralıktır.. Akım 12 volt dan aşağıdaysa, kolayca ölçümü etkiler ve ısınmaya yol açar.

– Sudaki renk değişiklikleri çarpıcı olabilse de, yalnızca suyun rengine dayanarak verilen herhangi bir hüküm çok önemli değildir. Bazı sular renk değiştirmezler ve bu daima enerjinin üretilip üretilemediğinin bir göstergesi değildir. Bir uygulamadan sonra suyun içinde bulunabilecek en iyi gösterge, kabın üzerinde su seviyesinde bulunan yağlı bir maddedir. Genellikle cildin dış katmanlarından serbest bırakılan maddeleri içerir. Uygulamadan sonraki diğer bir gösterge ise uygulama gören kişinin idrarındaki renk değişikliğinde bulunabilir.

– Cihazdaki;

Beyaz köpükler lenf sisteminden gelen mukusu gösterir.
Beyaz peynir gibi parçacıklar muhtemel mantarı gösterir.
Siyah benekler, ağır metalleri gösterir.
Kırmızı benekler, kan pıhtı maddesini gösterir.

– Beden daha iyi dengelendiği ve yüklendiği zaman, normal detoksifıkasyon kanalları (böbrekler, kolon ve karaciğer gibi) yoluyla daha iyi detoks yapabilecek hale gelir. Ünitedeki su, tuz ve metal birbirleriyle etkileşerek iyonları meydana getirir. Bu iyonlar, musluk suyunda ve fıltrelenmiş suda bulunan toksinler de dahil olarak, temas ettikleri her şeyi nötralize ederler. Coğrafi konuma bağlı olarak, suda gördüklerinizin yaklaşık %20′si – %40′ı sudaki atık maddelerden ve geri kalan %60 -%80 de uygulayıcının vücudundan gelir. Detoksifıkasyon derecesi sudaki renk değişikliğiyle değil semptomlarda ki düzelmeyle yansıtılır.

Bazı sular renk değiştirmez [bu coğrafi bölge ile ilgilidir] ve bu her zaman enerjinin üretilip üretilmediğinin bir göstergesi değildir. Bazı coğrafi bölgelerde içinde vücut parçaları olmadan bile su renk değiştirebilir. Vücut parçaları olmaksızın su renginde meydana gelen değişiklik, o bölgelerde yaygın olan endüstriyel ve kimyasal kirletici maddelerin bileşimiyle ilgilidir.

– Genel olarak;
-Yeşil gıdalar, bağışıklık sistemi, özellikle karaciğer ve safra kesesi için besleyicidir.
-Kırmızı gıdalar, hipofiz bezi yanı sıra kalp ve küçük bağırsaklar gibi endokrin sistemimiz için besleyicidir.
-Turuncu gıdalar, eklemler için besleyicidir.
-Sarı gıdalar, dalak, mide ve pankreas gibi sindirim sistemini destekleyicidir.
-Sarı-yeşil gıdalar, böbrek, idrar, idrar yolu, kadın/prostat olan kişiler,
-Kahverengi gıdalar, karaciğer için besleyicidir.
-Beyaz gıdalar, solunum sistemi, yani akciğer, ayrıca büyük bağırsak, Lenfatik sistem ve derimiz için besleyicidir.
-Siyah gıdalar, dolaşım sistemi, böbrekler, karaciğer, safra kesesi ve idrar yolları için besleyicidir.

27 Ekim 2013 Pazar

Neden İdea Danışmanlık

Neden İdea Danışmanlık

İdea Eğitim ve Danışmanlık şirketi olarak 2012 tarihinde, “evrensel ilkelerden size özel çözümlere” yaklaşımıyla yola çıktık. Saf bilgiden çok bilginin doğru ve yerinde uygulamalarının önem taşıdığına inanıyoruz. “İyi bir teoriden daha pratik bir şey yoktur” demiş Lewin. Burada önemli olan, hangi teorinin veya bilginin hangi ortama ve duruma uygulanacağının ayrımına varabilmek. Bu ayrıma varabilmenin adı da “bilgelik” olsa gerek.

İşletmeciliğin ve yönetimin evrensel ve genel geçer kuralları olduğunu hepimiz bilmekteyiz. Bildiğimiz bir başka gerçek de, işletmeciliğin ve yönetimin insanla ilişkili olduğudur. İnsan ise uygulamalarında kültüre bağlı bir canlı olduğundan evrensel ilkelerin gündelik hayata yansımaları toplumdan topluma, şirketten şirkete, hatta bireyden bireye farklılık gösterecektir. Varoluş gerekçemiz, bu farklılıkları okuyabilmek, yorumlayabilmek ve bu yorumlar çerçevesinde müşterilerimizle birlikte ideal olanı bulabilmektir.

Kalite anlayışımız, “yaptığımız işin hakkını vermek” ifadesiyle özetlenebilir. İlkeli olmak, müşteri odaklılık, dürüstlük ve özgecilik merkezimize koyduğumuz değerler. Sözün ağırlığını ve inandırıcılığını yitirdiği günlerdeyiz. Söylenecek çok şey var; ama aslında BİZ NE SÖYLEDİĞİMİZ DEĞİL, NE YAPTIĞIMIZ! Söze en güzel şerhi hizmetlerimizi alan müşterilerimiz düşecektir. Verdikçe gelişeceğimizi ve varlığımızı devam ettirebilmenin yolunun katma değer yaratmak olduğunun bilincindeyiz.

Teorik bilgiyle donanmış, aynı zamanda uygulama deneyimine sahip danışman ve eğitim danışmanı kadromuzla, hizmet verdiğimiz öğrenciler ve firmalarla uzun vadeli işbirliği çerçevesinde, hizmetlerimizin sonuçlarından sorumluluk duyan bir çalışma tarzını benimsiyoruz.

Anketler

Anketler


√ 06 – 17 Yaş ve Çocuklardaki Depresyon Testi
√ ADHD (Dikkat Eksikliği Değerlendirme)
√ Aile (İlişki-Eş) Değerlendirme Anketi
√ Bir Uyuşturucu Probleminiz Olup Olmadığını Ölçmek 
√ Cinsel Aktivite Değerlendirme Anketi
√ Çift Kutuplu Rahatsızlığın İşaretlerini Bulma Testi
√ Çocuğunuz Depresyonda mı ?
√ Dikkat Eksikliği Danışan İçin 
√ Doğum Yapan Bayanlar Depresyonda mısınız ? 
√ Endişenizin Kontrolünü Ölçelim 
√ Ereksiyon Olma Durumu
√ Erkeklerde Erken Boşalma Testi
√ Fobi Olup Olmadığını Ölçmek
√ Genel (Depresyon Değerlendirme Testi)
√ Görüşünüzle İlgili Kaygı Yaşıyor musunuz ?
√ Hafıza Değerlendirme Testi
√ Kederiniz Ciddi Oranda mı ?
√ Kronik Ağrı Ölçek Anketi
√ Kronik Yorgunluktan Muzdarip Olup Olmadığınızın Testi
√ Kumarınızın Kontrolden Çıkıp Çıkmadığını Ölçmek
√ Mutluluk Derecenizi Ölçmek
√ Nasıl Paranoyasınız Testi
√ Nikotin Bağımlılığınızı Ölçmek 
√ OCD Saplantılı Düşünce 
√ Panik Bozukluğunuzu Ölçelim 
√ PTSD (Travma Sonrası Hesaplaşma)
√ Sağlığınızın Elinizden Kayıp Gittiği Konusunda Endişeli misiniz ? 
√ Utangaçlığınızın Sosyal Kaygıya Dönüşüp Dönüşmediğini Değerlendirme Testi
√ Uyku Problemi Olup Olmadığınızı Öğrenelim
√ Yeme Probleminiz Olup Olmadığını Anlama Testi
√ Zamanınızı Şuanda Ne Kadar Etkili Kullanabiliyorsunuz ?

 Hafıza Teknikleriyle İngilizce Deneme Testi
 Zihinsel Matematik Hafıza Teknikleriyle Deneme Testi

Makaleler

Makaleler

 Einstain'in Beyninde Bizde Olmayan Ne Var ?
 Hafıza ve Zakayı Geliştiren Frekanslar
 Hızlı Okuma Kurslarının Çoğu Neden Başarısız ?
 Konsantrasyon İçin Bazı Temel Tavsiyeler
 Hafıza Beyni Geliştiriyor
 Cama Bakan Camı Görür, Camdan Bakan Kainatı Görür
 Kendinizin ve Beyninizin Farkında Olun
 Beyin ve Egzersiz
 Rengarenk Beynimiz ve Biz
 Hafıza Güçlendirin ! Unutkanlığınızı Yenin !
 Okuma Hızını Arttırmak İçin Yapılması Gerekenler

 Kişisel Gelişim Makaleleri
 Kontrasyonun Gücü
 Ayna Ayna
 Neden Affetmeliyiz ?

 Sizin Auranız Hangi Renk ? 

Sizin sendromunuz hangisi?


Sizin sendromunuz hangisi?


Cam tavan, tükenmişlik, hasta bina, süper anne, orta yaş… İş yaşamı sendromları saymakla bitmiyor. Üstelik uzmanlara göre çalışanların kariyerleri boyunca bunlardan en az birine yakalanmaları kaçınılmaz. İşte iş yaşamı sendromları ve başa çıkma yolları… İş hayatımızda, maşallah, sendrom zenginiyiz. Cam tavan, tükenmişlik, hasta bina, süper anne, orta yaş… vs vs! Çalışan, bunlardan birine mutlaka yakalanıyor, diyor uzmanlar. Sendromlar insanları fiziksel olarak da etkiliyor. Bir yandan bedensel, diğer yandan zihinsel engeller hem kişiyi hem de çevresindekileri etkiliyor. Motivasyonu, performansı düşen çalışan işinde eskisi kadar verimli olamıyor. Bununla da kalmayıp çizdiği karamsar tabloyla iş arkadaşlarını da olumsuz yönde etkiliyor.

İş hayatında stres yapmamıza neden olacak, psikolojik olarak bizi zorlayacak durumlarla karşılaşıyoruz. Aralarında bazıları var ki, neredeyse çalışan herkesin başına geliyor. Bu sıkıntılarla, sendromlarla başa çıkmak için önce onların etkisinde olup olmadığımızın farkında olmamız gerekiyor.

Bazı sendromların üstesinden ufak tefek değişikliklerle gelmek mümkünken, bazılarında uzmanlardan yardım almak gerekiyor. Böyle durumlarda çalışanın iş arkadaşları ve yöneticinden gelecek destek de çok önemli.

Sendromlar farklı farklı olsa da çalışanı aynı şekilde etkiliyor. İş yapma konusunda isteksizlik, yorgunluk, bıkkınlık, moral ve motivasyon eksikliği, işten soğuma bunlardan bazıları. Bununla da kalınmıyor, sendromda giren kişi karamsar bir ruh halinde olduğu için hem çevresini hem de şirketi olumsuz etkiliyor. Sendromların belirtileri çok kişisel olduğu için önceden kestirebilmek çok zor.

Sendrom 3 nedenden ötürü ortaya çıkıyor:

1. Kişinin kendisinden
Kişi depresifse, özellikle de gelecekle ve belirsizlikle baş edebilme yeteneğine sahip değilse onun için her şey sendroma dönüşebilir.

2. İşten kaynaklanan sendrom
Doktorlar ve hemşirelerde çok görülüyor. Her gün birinin sorunuyla uğraşmak bunun en büyük nedeni. Hele bir de bu hastalar ölümle mücadele ediyorsa…

3. Örgüt yapısı, süreçler ve sistem
Örgüt çok yapılanmışsa, her şey belirliyse, yerine oturmuşsa; girişimci bir insan burada sendroma yakalanıyor. Bunun tam tersi, ne olacağı belirsiz işletmeler de sendroma neden olur. Benim görevim, yetkim nedir, kime karşı sorumlu olacağım… Bu sorular sendroma sürükler. Karar alma, ödül ve liderlik süreçlerinde iletişimdeki aksaklıklar da kişiyi sendroma sokacaktır.

Sendrom kişileri sadece zihinsel olarak etkilemiyor. Stres vücudu da vuruyor. Hangi sendrom olduğu fark etmiyor. Bedensel şikayetler hepsinde görülebiliyor. Halsizlik, yorgunluk, bazılarında kilo kaybı veya tam tersi olarak kontrolsüz kilo alışı, mide, bağırsak, sindirim sisteminin bozulması… Yani beyin düzgün çalışmadığı zaman bu durum diğer organları da etkiliyor.

Uzman Psikolog E. Selin Uçal, Psikolog Merve Tepeli Yürüten ve Marmara Üniversitesi Prof. Dr. İnci Erdem Artan iş hayatında en sık görülen sendromları, başa çıkma yöntemlerini ve örnek vakaları anlattılar.

Cam tavan sendromu
Psikolojide ‘öğrenilmiş çaresizlik’ olarak da geçiyor. Kişinin kendine koyduğu sınırın üzerine çıkamaması durumu. Uzunca süre aynı şekilde çalışmış, sınırlarını zorlamamış kişiler kendi koydukları sınırlar kadar çıkabiliyorlar. Bu sendrom kişide yetersizlik duygusu uyandırıyor. İşini iyi yapamamasına neden oluyor. Daha çok aile şirketlerinde, aileden olmayan çalışanlarda ve kadın yöneticilerde görülüyor.

Vaka örneği
38 yaşında, çalışan bir kadın yönetici işinde mutsuzmuş. Görüşmelerde bu mutsuzluğunun nedeni olarak 3 senedir aynı pozisyonda çalıştığı, patronunun onu takdir etmediği, yakında yeni görev dağılımlarının yapılacağı ve kendisinin bir üst pozisyona geçemeyeceğinden dolayı duyduğu sıkıntılar ortaya çıkmış. Zaman içinde asıl gerçeğin iş hayatı yüzünden ailesinden uzak kalması, çocuklarıyla yeterli zaman geçirememesinden üzüntü duyduğundan aslında kişinin kendisinin bu engeli yarattığı saptanmış.

Tavsiyeler
Çalışana cesaret vermek, özgüveni kazanmasını sağlamak gerekiyor. Kendi yapabildiklerinin üzerine neler katabilir, alternatifler neler, bunlara bakmak gerekiyor. Bir başka öneri de yatay kariyer. Yani yukarı değil yana doğru kariyeri geliştirmek, farklı beceriler kazanmak, alanını geliştirmek.

İşsiz kalma sendromu
Hem çalışanlarda hem de iş arayanlarda görülebiliyor. Kişi mevcut işini kaybetme veya iş arıyorsa bulamama korkusu yaşıyor. Daha sıkıntılı, endişeli, keyifsiz olabiliyor. Dikkatini toplayamıyor, motivasyonu düşüyor. Daha çok beyaz yakalılarda görülüyor.

Vaka örneği
42 yaşında iletişim sektöründe 10 senedir çeşitli pozisyonlarda çalışmakta olan bir erkek, ‘ya beni işten diğerleri gibi çıkarırlarsa?’ ‘aileme nasıl yeteceğim?’ ‘bu yaştan sonra nerede iş bulacağım?’ gibi şikâyetlerden dolayı başvurmuş. Son 6 aydır sürekli olarak bu soruların kafasına takıldığından, geceleri uykusuzluk çektiğinden ve asabi olduğundan şikayet etmiş ve düzenli olarak haftada bir seanslara başlanmış.

Tavsiyeler
Bu genel bir endişe hali olduğu için kişiyi rahatlatmak gerekiyor. Özgüvenini kazanması için çalışmalar yapılabilir. Başka bir öneri de B planını hazır tutmak. Böylece işsiz kalma durumunda en azından bir süre idare edebilecek kazanç elde edilebilir.

Pazartesi-cuma sendromu
Tatil dönüşü işe adaptasyon sürecine pazartesi sendromu deniyor. Haftasonu tatilinden çıkan çalışan iş yapmaya gönüllü olmuyor. Motivasyonu ve morali düşük oluyor. Pazar akşamından başlayan stres ile boğuşma durumu olarak nitelendirilen ‘pazartesi sendromu’ birçok kişiyi etkiliyor. Cuma günü tatil planlarının yapılmaya başlanmasıyla işler aksatılıyor ve bu da cuma sendromu oluyor.

Vaka örneği
33 yaşında çalışan bir erkek danışanın şikayetleri: 4-5 aydır, pazar gününden başlayan panik hali, sabahları kalkmakta güçlük; işe vardığında aşırı yoğun tempo yüzünden zamanın nasıl geçtiğini fark bile edememe; yine bir pazar ve aynı sıkıntılar yeniden… Pazartesileri spor yaparak, evden çıkmadan keyif kahvesi içerek, gazete okuma alışkanlığı kazanılarak, işiyle ilgili sevdiği hususları öne çıkarmayı öğrenerek sendrom aşılmış.

Tavsiyeler

Pazartesi işe gitmeden yapılan küçük değişiklikler motive edebiliyor. Mesela erken kalkıp yürüyüş yapmak, kahvaltıyı farklı şekilde etmek gibi. Pazartesi akşamına sinema, tiyatro gibi bir etkinlik konabilir.


Kronik yorgunluk sendromu
Kişi sürekli dinlenmek, uyumak, yatmak istiyor. Bu fiziksel de olabilir psikolojik de. Her ikisinde de bedensel yorgunluk göre çarpıyor. Kişi mutsuz ya da çökmüş bir halden çok günlerdir uyumamış ve hırpalanmış görünüyor. Bu kişilerin uykuya olan ihtiyaçları bitmiyor. Bir derdi olup olmadığı sorulduğunda ise sadece uykusu olduğunu söylüyor. Genellikle kurumsal şirketlerde çalışanlarda; eğitim düzeyi yüksek olan kadınlar da ağırlıklı olmak üzere görülüyor.

Vaka örneği
29 yaşında organizasyon şirketinde çalışan kadın sürekli olarak kas ve eklem ağrıları çektiğinden, kendisini devamlı yorgun ve halsiz hissettiğinden, geceleri zor uyuduğundan ve sabahları zor kalktığından dolayı yaşadığı mutsuzluk nedeni ile başvurmuş. Görüşmeler esnasında danışanın son 4 senedir hiç tatil yapmadığı; sürekli olarak gece geç saatlere kadar çalıştığı ortaya çıkmış. Kişinin ağrılarının geçeceğine dair inanç ve motivasyon kazanması; bununla beraber iş yaşantısı dengelemesinin gerekliliği üzerine yönlendirme yapılmış.

Tavsiyeler
Öncelikle yorgunluğun fiziksel mi psikolojik mi olduğunu öğrenmek gerekiyor. Sıkıntının ortaya çıkması için bir takım uygulamalar yapılıyor ve gerçek yorgunluk nedeni tespit ediliyor. Bunlar onarıldıktan sonra kişinin hareketi, motivasyonu artmaya başlıyor, performansı yükseliyor.

Süper anne sendromu
Çalışan kadının hem eş hem annelik hem de iş hayatındaki rolünü dört dörtlük yapmak istemesi üzerine ortaya çıkan sendrom. Toplumumuzda biraz daha artı bir sendrom olarak görünüyor. Evinin kadını, çocuğuna çok iyi bakar, iş hayatında harikadır gibi söylemler kadının hoşuna gidiyor. Bu nedenle hepsini mükemmel bir şekilde yapmaya devam etmek istiyor. Bu hastalık daha çok aile şirketlerinde ve bankacılık, tekstil gibi sektörlerde çalışan kadınlarda görülmektedir.

Vaka örneği
40 yaşında, bankacılık sektöründe çalışan kadın danışan sürekli olarak bir telaş halinin olduğundan; hem ev düzenini sağla, hem çocuklarla ilgilen, hem işe koş, hem anneye zaman ayır gibi sorumlulukların çok ağır geldiğinden dolayı terapiye başlamış. ‘Ben kimseye muhtaç değilim; kendi işlerimi tek yapabilirim’ düşüncesinden uzak kalıp yardım isteme alışkanlığının kazanılması görüşmeler boyunca ifade edilmiş; öncelikler listesini yapması istenmiş.

Tavsiyeler
İyi bir ajanda ve zaman planlamasıyla bunun önüne çok rahat geçilebilir. Nereye ne kadar zaman ayıracağını bilmek ve gerçekten ona zaman ayırmak önemli. İş bölümü, paylaşım yapmak kadının üzerindeki yükü alacaktır.

Orta yaş kariyer sendromu
Genelde orta yaşlarında olan çalışanların kariyerlerine bakıp tatminsiz olduklarını farketmeleriyle başlıyor. İşe aynı hevesle gitmiyor, sorumluluktan kaçıyorsanız ve depresif bir ruh haliniz varsa, bu sendromuna yakalandınız demektir.

Vaka örneği
41 yaşında mühendis olarak çalışan erkek danışan, gelecek kaygısı, motivasyon eksikliği ile başvurmuş. Görüşmelerde kişinin aşırı baskıcı mühendis anne ve babanın tek erkek çocuğu olduğu; aslında ressam olmak istediği, ama aile baskısı yüzünden mühendislik yaptığı ortaya çıkmış. Zamanla kişi yaşamdan zevk almama noktasına gelmiş.Evli olduğundan risk almaması gerektiği onu iş ve özel hayatında mutsuz etmiş. Terapiler sonrasında kişi yeni hedefler belirlemiş; bazı radikal kararlar alarak gelişmeler göstermiş.

Tavsiyeler
Üstesinden gelmek için öncelikle sorunun masaya yatırılması ve detaylı olarak ele alınması gerekiyor. Bunu yaparken de bir uzmanın objektif bakış açısı yardımcı olabilir. Sonrasında kişinin ne yapmak istediği belirlenmeli. İşini mi değiştirecek yoksa işiyle ilgili farklı bir yapılanmaya mı gidecek? Şu anki yaşantısına, bilgi, beceri ve tecrübelerine uygun iş imkanları neler? Bu gibi soruların cevaplarını bulmak, plan program yapmak, iş hayatına yönelik yeni hedefler koymak bu durumun üstesinden gelmeyi kolaylaştırabilir.

Başarısız olma sendromu
Sürekli başarı odaklı ve mükemmeliyetçiliği yakalama isteği içinde olmak ağır yük oluşturabilir. Herhangi bir işte, ya başarısız olursam düşüncesinin getirdiği sıkıntı sendroma sürüklüyor.

Vaka örneği
35 yaşında bir erkek danışan son zamanlarda yaşadığı sıradan iş hayatından bıkkınlık ve mutsuzluktan dolayı başvurmuş. Bu durumunun nedenleri araştırıldığında çocukluk döneminde onu çok derinden etkileyen başarısızlıklar gündeme gelmiş. Zaman içinde de birey ‘ya başaramazsam?’ korkusu geliştirerek yeni şeyleri denememe, kendine inanmama, ileriye bir adım atmak için sürekli olarak bahaneler bulma, işte performans korkusu gibi duygu ve düşüncelerin esiri ortaya çıkartılmış. Kişiye özgüven kazandırma hedef alınmış.

Tavsiyeler
Mümkün olduğunca başarısızlığı kişinin nasıl algıladığını tespit etmek gerekiyor. “Başarısız olursam nasıl olur” hikayelerine bakmak lazım. Kişiyi rahatlatmak gerekiyor. Kafasında oluşan yanlış düşünceleri, yanlış öğrenmeleri uzman yardımıyla değiştirmek mümkün.

Tükenmişlik sendromu
Çalışanın kendini bitmiş, yıkılmış, bıkkın hissetmesi durumu. İşe yeni girildiğinde beklentilerin karşılanmaması, hayal kırıklığı baştan tükenmişlik sendromuna neden olabiliyor. Aynı işte uzun süre çalışmak işi rutinleşiyor, bir süre sonra iş bıkkınlığı başlıyor. Hayır diyemeyen, her şeyi ben yapayım, iyi yapayım, kim ne isterse karşılayayım düşüncesi olanlarda daha sık görülüyor. Fiziksel ve ruhsal çöküntülüğün en çok yaşandığı sendrom. Çalışan maddi manevi ödüllendirilmediği zaman iyice çöküyor. Karşı tarafca takdir edilmemek sendromun kopuş noktası. Daha çok sağlık sektöründe çalışanlarda görülüyor.

Vaka örneği
53 yaşında doktor bir danışan kendini son 3 aydır aşırı yorgun, bitkin ve mutsuz hissettiği; yaşamdan artık keyif almadığı, işine ve hatta hastalarına olan ilgisinin azaldığı, dengesiz bir ruh hali içinde olduğunu ve mide ağrılarının arttığı şikâyetleri ile gelmiş. Tipik bir ‘tükenmişlik sendromu’ tarifi yapan hasta ile terapiler başlamış.

Tavsiyeler
Hobi geliştirmek, resim yapmak, müzikle ilgilenmek tavsiyelerden biri. İş hayatında yaşanan sıkıntıyı bir yerde boşlatmak gerekiyor. Durum çok ciddiyse uzman birinden yardım alınması tavsiye ediliyor.

Hasta bina sendromu
Bu sendromda fiziksel sıkıntılar görülüyor. Binaların bakımsızlığı, uygunsuz çalışma şartları sendroma neden oluyor. Sendromun belirtileri arasında kuru öksürük, boğaz kuruması, sıkıntı hissi, konsantre olamama, deride değişiklikler, alerjik reaksiyonlar bulunuyor.

Vaka örnekleri
Otomotiv sektöründe çalışan 27 yaşındaki erkek hasta göğüste daralma, yorgunluk, nezle hali şikâyetlerinden dolayı başvurmuş. İş ortamı incelemesi yapıldığında binanın havalandırma sisteminde bozukluk dikkati çekmiş. Danışan işyerinin aldığı önlemlerle eski fiziksel sağlığına kavuşmuş.

Tavsiyeler
Bu sendromda çalışanın yapabileceği pek bir şey yok. Çalıştığı ofisin fiziksel şartları konusunda yöneticisini bilgilendirebilir. Daha uygun ortamda çalışma konusunda talepte bulunabilir.

Yazan : Zeynep Mengi

 

Rengarenk beynimiz ve biz!


Rengarenk beynimiz ve biz!


General Electric Yönetim ve Gelişim Departmanı’nda kişisel gelişim uzmanı olarak çalışırken insanların birbirlerinden neden bu kadar farklı davranışlar sergilediğini merak edip, 40 yaşından sonra sırf beynin nasıl işlediğini anlamak istediği için nöroloji okuyan Ned Hermann, sadece sağ ve sol lob olarak bilinen beynin iki kesitine iki kesit daha ekledi. Sağ ön ve arka lob ile sol ön ve arka lob olarak dört kesite ayırdı beyni. Uzun süren çalışmalar sonunda beynin bu loblarını psikolojinin renklere getirdiği açıklamalarla birleştirerek, beynimizin hangi renkteki bölümünü daha ağırlıklı kullandığımıza bağlı olarak, engeli olan veya olmayan insanlar olarak yaşamda nasıl kimlikler edindiğimize farklı bir bakış açısı getirdi. Hatırlatmak isterim; insan beyninde hangi lobun etkin olacağı yüzde 30 oranında doğuştan, yüzde 70 oranında ise sonradan geliştiriyoruz. Genelde anne ve babamızın baskın lobu ne ise biz de ondan etkileniyoruz. Hayatımızda önemli olan pek çok şeyi 7 yaşına kadar öğreniyoruz. Bununla birlikte; psikolojide yeşil, sağlığı, garantiyi temsil eder, sarı ise özgürlüğü ve rahatlığı, mavi ise analitik ve sorgulayandır, kırmızı ihtiras ve güçlü duyguları temsil edendir.

Şuanda da bilhassa işe alım ya da terfi durumlarında kullanılan analiz testlerinden pek çoğunda beynin bu loblarının hangisinin daha aktif ve birbirleriyle ne kadar ilintili çalıştıklarına bakılıyor. Eğer sizde hangi lobunuzun yaşamınızı yönettiğini farkederseniz, belki diğerlerini de aktive etmeyi seçerek hem zihin, ruh, duygu açılarından daha dengeli bir hayat yaşayabilir, hem de bilhassa iş yaşamında tercih edilen kişi haline gelebilirsiniz.

Sarı lobu baskın kullananlar: Beynin sağ üst tarafı sarıdır ve yaratıcı zekanın diğer adıdır. Risk alan, yaratıcı, marjinal, büyük resme bakan, verileri iyi yorumlayabilen insanlardır. Çok iyi bir tasarımcı olabilirler, hayal dünyaları geniştir. Problem çözücü özellikleri baskındır. Parasal konuların idaresinde başarılı değildirler. Sarı loblular, planın ve sistem baskısının olduğu yerde yaratıcı olamaz.

Kırmızı lobu baskın kullananlar: Beynin sağ alt lobudur ve duygusallığı simgeler. Mantıkla araları yoktur, ne hissettikleri onların karar vermesinde en önemli etkendir. Anı yaşamayı seçtikleri için zaman yönetimi konusunda iyi değildirler. Bireysellikten çok ekip ruhuna inanırlar, herkesin faydasına olacak işlerde oldukça başarılı sonuçlar alabilirler. Konuşma ve ikna etme becerileri üst düzeydedir. Kişisel gelişim uzmanları, psikologlar, terapistler genelde kırmızı lobu etkin kullanan insanlardır. Kırmızı lobu yönetmek duyguları yönetmek demektir. Mesala kırmızı lobunu iyi yönetemeyen bir bayan yönetici, ekibindeki güzel kadın çalışanla anlaşamaz, kıskandığı için onun sürekli hatalarını arar ve bulur, buda hem kendisini hem çalışanını mutsuz edebilir. Benim gözetmen olarak katıldığım işe alımlarda seçici kişi kadınsa, seçilmek için gelen kadın adayla yaptığı görüşme en pür dikkat izlediğim sahnelerdir.



Yeşil lobu baskın kullananlar: Beynin sol alt lobudur ve organizasyonu simgeler. Küçük yaşlarda kategori etmeye oyuncaklardan başlayan, büyüdükçe iyi organizasyon yapan çalışkan kişilerdir. Hayatı planla yaşayan, saygı duyulmayı isteyen, dakik, problem istemeyen ama risk almayan, söz odaklı insanlardır. Detaycıdırlar. Mesala bir organizasyon için onlarca yerden fiyat teklifi alırlar. Bir işletme için yeşil lobu baskın kullanan bir yönetici çoğu zaman tercih sebebidir çünkü yeşil önce işletme karını düşünür, ancak astlar için yeşil loblu bir yöneticiyle çalışmak kolay olmayabilir. Ekonomist ve siyasetçilerin büyük bir çoğunluğunun baskın lobu yeşildir.

Mavi lobu baskın kullananlar: Beynin sol ön lobudur ve matematiksel bakış açısını simgeler. Her şeyi formüle etmeyi severler, üzgünüm ki aşkı bile. Aşkı bir matematik işlemi gibi formüle ederler ve genelde hayallerindeki aşkı yaşayamazlar. Rakamlardan, grafiklerden iyi anlarlar, teknik becerileri ve fizik-matematik ilgileri üst düzeydedir. Mühendisler genelde mavi lobu baskın insanlardır. Mavi lobu baskınlar genelde erkektir ve diğer loblarıyla dengede değilse genelde asosyal insanlardır. Bunu farkeden mavi loblu erkekler denge için sarı lobu baskın kullanan bir kadınla evlenebilirler. Liderlik ve yöneticilik için fazla tercih edilmezler, daha çok bir işin sistemini ortaya koyacak konumlara daha uygundurlar.

Üzerinde büyük araştırmalar yapılarak sonuçlandırılmış beynimizin bu baskın tarafları konusunu incelemeniz yaşam kalitenize katkı sağlayabilir. Bu konuyu bilen birisi, iki mavinin birlikteliğinin daha önce yapılmış planlamalar yüzünden çok sıradan ve durağan geçeceğini, iki sarının çok iyi iş arkadaşı olabilirken evlilikte mutlu olabilme ihtimallerinin adrenaline olan düşkünlükleri yüzünden düşük olacağını, iki yeşilin fazla garantici olacakları için sistemli bir evlilikleri olacağını, yeşil kuralcı sarı kuralsız olduğu için iş ya da özel yaşamda yeşil ile sarının bir arada olamayacağını, en büyük çatışmaların her zaman sarı ile yeşil arasında geçtiğini, yeşil ile mavi evlenirse son derece uyumlu olabileceklerini, iki kırmızının sık tartışsalar bile hem iyi eş hem iyi arkadaş olabileceğini, hele kırmızının ikincil lobu sarıysa oldukça iyi birliktelik yaşayabileceklerini tahmin edebilir.

Rengarenk beynimizi ve imkanlarımızı en etkin şekilde kullanarak, rengarenk bir yaşam sürebilmek dileği ile.                                                                                                                                           Hülya Konar

Psiko-Test: Hayatın neresindesiniz?


Psiko-Test: Hayatın neresindesiniz?


İnsanlar temelde 2 gruba ayrılır diyebiliriz. İlki “yaşama tahammül edenler“, yani soranlara ‘buna da şükür’ yahut ‘işte yuvarlanıp gidiyoruz’ diyenler ve “istediği gibi yaşayanlar“, kendi hayatını kendi yönlendirenler. Tahmin ettiğiniz gibi, birinciler ezici ve mutsuz çoğunluk, ikinciler ise küçük ama mutlu bir azınlıktır. Siz de herhalde, herkes gibi, 2013’e ‘bu yıl mutlaka…’ diye girdiniz. Acaba geçmiş yıllarda başaramadığınızı 2013’te başaracak mısınız, yoksa aldığınız kararları bir iki ay içinde gene unutacak mısınız? Hayatınızda iyi kötü bir değişiklik yapmadan önce bir bilançosunu çıkarmanız gerek. Önce bu test ile kendinizi bir tanıyın...

Tatil fotoğraflarınıza baktığınızda…

A. 2013 yazında neler yapacağınızı düşünüyorsunuz

B. Nostalji yapıyorsunuz, keyfiniz kaçıyor

C. Her şeyi bırakıp sahile koşasınız geliyor

Bu sene, kafanızı kurcalayan o sorunu mutlaka çözeceksiniz. Bunun için…

A. Bu konuyu iyi bilen birine danışacaksınız

B. Çünkü bu böyle devam edemez

C. Deneyeceksiniz ama çok da inanmıyorsunuz

Ahhhh keşke…

A. Biraz boş vaktiniz olsa

B. Biraz güneş çıksa da küçük bir kaçamak yapsanız

C. Güneşli günler gelene kadar kış uykusuna yatabilseniz

Bir karar vermek…

A. Sonuç ne olursa olsun bir adım atmaktır

B. Hata yapmak riskine girmektir

C. Bir seçim yapmak yani bir şeylerden de vazgeçmektir

Bugün Pazar, yağmur yağıyor…

A. Ne güzel işte, bugün eve kapanır keyif yaparım

B. Gezinti yattı, olsun, fotoğraf albümünüzü düzenlersiniz

C. Ya benim bu şehirde ne işim var?

Metro arızalandı, geç kalmanız kaçınılmaz…

A. Sinirlenmenin faydası yok, yan koltuktaki komşunuzla sohbet edersiniz

B. Arıza nedir, ne zaman giderilir… bilgi bile vermeyen şirkete hayır dua (!) edersiniz

C. Her gün mü arıza olur be kardeşim, bıktık yahu!

Çoktandır görmediğiniz sınıf arkadaşınıza rastladınız, işler nasıl diye sordu:

A. Şirkette işim iyi gitmiyor ama İK yönetecimle bir görüşmem var, güzel şeyler olacak

B. Yorgunluktan nereye bastığımı bilmiyorum

C. Neee bilim ya, boşver…

Eşinizle, kız/erkek arkadaşınızda telefonda fena kavga ettiniz

A. Biraz bekler, bir bahaneyle ararsınız

B. Sabah sabah keyfimi kaçırdı gene

C. Gününüzün canına okundu işte…



En çok A cevabı verdiyseniz


İyi yoldasınız devam…

Hayatın zorlukları olacak elbette ama şanslı ve mutlu bir insansınız. Pratik, düne değil yarına dönük, zaaflarına takılıp kalacağına güçlü yanlarını öne çıkaran yapıdasınız. Bu büyük bir şans. Beceremiyorum diye panik yapacağınıza yahut suçu başkalarına atacağınıza, “bir terslik varsa bunda benim de suçum var! diye düşünüp çözüm yolları arıyorsunuz. Tabii bazen şüpheye düştüğünüz, daraldığınız da oluyor ama, bu zor anları da ‘Ne yaptım da böyle oldu?’ diye kendinizi sorgulamak için kullanıyorsunuz. Çok iyi ediyorsunuz!

En çok B cevabı verdiyseniz


Fena halde dağılmış durumdasınız

Ne tam iyimser, ne tam kötümser, daha ziyade ‘gerçekçi’ bir insansınız. Olup bitenlere rağmen insanın canı bir kahkaha atmayı istemiyor, değil mi? Ama sorun biraz da sizde olabilir mi acaba? Stresinizin, mutsuzluğunuzun kaynağı sizin kararsızlığınız olabilir mi? Fırtınada biraz yolunuzu kaybetmişsınız. Sahip çıkmanız gereken değerler hangileri, aslında ne istiyorsunuz, kafanız karışık. Artık ‘toparlanmanın’ zamanı, hayatınızda biraz ‘temizlik’ yapın, gereksiz şeylerden vazgeçin, kontrol edemediğiniz şeylerle vakit kaybetmeyin ve aklınızı ve vaktinizi en önemli şeye ayırın: İstediğiniz gibi bir hayat yaşamaya!

En çok C cevabı verdiyseniz


Bu kadar da karamsar olunur mu

Ruh haliniz insana kara kışı hatırlatıyor, uyuşuk ve hüzünlü. Tabii suç sizde değil, diğerlerinde, şanssızlıkta, olumsuz şartlarda: Biraz kendinize ayıracak zamanınız olsa, daha iyi bir işiniz olsa, eşiniz biraz daha anlayışı olsa… Diyelim ki bütün bu söyledikleriniz (bahane değil) doğru: Oturup pasif bir şekilde bekleyecek misiniz? Hayatınızı başkalarının yahut olumsuz şartların zehir etmesine izin mi vereceksiniz? Mutluluk hayatın güzelliklerini de görmeyi bilmektir. Olumsuz şartları olumluya çevirmeye çalışmaktır. Böyle teslim olursanız, ömür boyu mutsuzluğa mahkumsunuz.

 

Okuma hızını arttırmak için yapılması gerekenler


Okuma hızını arttırmak için yapılması gerekenler



OKUMA HIZINI ENGELLEYEN, ANLAMAYI AZALTAN NEDENLERİ (YANLIŞ OKUMA ALAŞIKANLIKLARI) ORTADAN KALDIRIN

Sesli Okuma: İlkokul çağlarında daha iyi anlamamıza yardımcı olacağını zannederek geliştirdiğimiz ve okuma hızını önemli derecede yavaşlatan bir unsurdur. Ortalama konuşma hızı 200 kelime kadardır. Sesli okuduğumuz zaman kendimizi bu limite sınırlandırmış olur ve bu hızın üstüne çıkamayız. Oysa okuduğumuzu anlamak için kelimeleri dil ve kulak yollarından geçirerek beyine göndermemize gerek yoktur. Göz çektiği fotoğrafları dilimizden yüzlerce defa süratli olarak beyine göndermekte ve beyin almaktadır. Sesli okuduğumuz zaman 200 kelime 1 dakikayla sınırlandığı için okuma hızımız çok daha hızlı olan beyin kapasitemize yetişememekte, arta kalan beyin kapasetimiz, boşluğu başka düşüncelerle doldurmaya çalıştığından konsantrasyonumuz ve okuma etkinliğimiz azalmaktadır.

İçinden sesli okumakda bir okuma türüdür. Her ne kadar bunda dudaklarımız kelimeleri tek tek telaffuz etmiyor ise de , ses tellerimiz kımıldıyor ve okuma hızımız 500 kelime 1 dakikayla sınırlıyoruz. Bunu önlemek için uzmanlar okurken çiklet çiğnemeyi öneriyorlar.(Gözle görme alışkanlığı edinene kadar) Okurken çiklet çiğneme temponuz hiç değişmezse bu yanlış alışkanlığı yenebilir ve gözle okumaya başlayabilirsiniz.

Her kelimeyi okumak da okumayı yavaşlatan nedenlerden biridir. Başka dillerde de, Türkçe´de de cümle yapılarında anlam bir kaç kelimede toplanmıştır. Diğer kelimeler onları düzenli bir cümle halinde birleştirmek için kullanılmıştır. Ve, gibi, ile için v.s. gibi sıksık tekrarlanan ve okuduğumuzu anlamamamıza büyük katkısı olmayan bu kelimeleri her seferinde okumak, bize büyük zaman kaybettirir. Başlangıçta hangi kelimelerin gereksiz olduğunu doğru tespit ederek, okumadan atlamakta büyük güçlük çekecek, ama zamanla bu konuda da yetenek ğeliştirerek 300 kelimelik bir yazının 100 kelimesini okuyarak anlayabilirsiniz.

Hızlı okursak anlayamayacağımızı zannetmek, okumamızı en fazla yavaşlatan en önemli psikolojik etken ve yaygın olan yanlış bir kanıdır. Kağnı arabaları satte 3-5 kilometreden hızlı gidemezdi. Otomobil bu hızı 100- 200 kilometreye çıkardı. Eskiden insanlar bu hızlara ulaşılabileceğini düşünmezlerdi. Biz de bu gün, yarın kabulleneceğimiz gelişmelere inanmıyor ve direnç gösteriyoruz. Dakikada 6000 kelime okuyarak 13 yaşında üniversiteye giren Mariel Aragon, dakikada 2500 kelime okuyarak A.B. D.´yi yöneten John Kennedy, hızlı okuyarak da daha iyi anlanabileceğinin kanıtlarıdır.

Öyleyse bu şartlanmayı bir kenara bırakarak okuma hızınızı arttırın. Anlama hızınız başlangıçta düşecek, ama hızınız arttıkça eski derecenizi yakalayıp geçecek, daha iyi anlayacaksınız.

Geri dönmek; bize en fazla zaman kaybettiren alışkanlık. Konsantrasyon eksikliğinden olur. Geri dönme imkanımız olduğu sürece de konsantrasyonumuz azalır. Öncelikle kendinize geri dönmeyi yasaklamalısınız. Geri dönme şansınızın olmaması konsantrasyonunuzu arttırır. Başlangıçta bazı paragrafları anlayamadığınızı hissedeceksiniz. Endişelenmeyin ve geri dönmeyin. Kendinize “Bugüne kadar geri dönerek okuduğum her paragrafı anladım mı? Şimdi hatırlıyor muyum?” diye sorun . Umarız cevabınız endişelerinizi yatıştırır.

Göz eğitimsizliği; gözün satırlar üzerinde düzenli hareket edememesidir. Okuma eğitimini yetirence alamayan bir göz, satırlar üzerinde gezinir, durur. Sıçramalar ve duraklamalar düzenli olmaz. Kişi sık sık geri dönüşler yapar. Bu nedenle de satırdaki düşünceleri birbirlerine bağlayarak bütünleştirip anlamlandırmada zorlanır. Bunun için gözü, sürat ve çabukluk kazandırıcı bazı yardımcılarla eğitmek gerekir. Örneğin bir vasıtada giderken ilanları okuyarak ve varsa videoda 2-3 kat hızlandırılmış alt yazılı filimleri seyrederek küçük göz egzersizleri yapabilirsiniz. Başlangıçta yoğun kontrasyon nedeni ile başınız ağrıyacak , ama bir süre sonra alışacaksınız. Alt yazılı bir filmi normal hızında seyrettiğinizde size çok yavaş gelecek ve canınız sıkılacaktır.

Pasif okumak; okuyacağınız yazıya zihninizi yönlendirmeden, anafikri, yazarın düşünce ve olaylara bakış biçimini, üslubunu anlamadan yapılan okumadır. Yazıyı ne amaçla okuduğunuzu bilmeden yapılan okumalar, okuma hızını düşürür. Dikkat yoğunlaşması olmadığı için de anlama olayı oluşmaz. O nedenle önce okunacak konuyu niçin okuyacağınızı belirlemeniz gerekir. Sonra bir ön okuma yaparak sorular belirlemek, soruları yanıtlamak için tekrar dikkatinizi yoğunlaştırarak yeniden okumak, etkili okumayı sağlar.

Bilgi ve kültür düzeyi eksikliği; okuma hızınızı yavaşlatan en önemil nedenlerden biridir. Yeni edinilmek istenen bilgilerin iyi kavranabilmesi, daha önce o konu ile ilgili kavramların kazanılmış olmasına bağlıdır. Hiç temel bilgimizin olmadığı bir konuyu anlamak çok zordur. Temel olmadan inşaat yapılmaz. Yani bilgi ve kültür eksikliği, okunacak konunun anlaşılmasını zorlaştırdığı için,okuma hızı da düşer. Bunun için parçada geçen, anlamını bilmediğiniz kelimelerin anlamını öğrendikten sonra dikkatle okumanız anlamanızı kolaylaştırır.

Okumanın ne anlama geldiğini iyi bilin; Okumak yalnızca sözcük kümeleri görmek değildir. Okumak yazarla aktif bir söyleşi şeklinde sürdürülen zihinsel bir süreçtir. Bu anlamda okuyabilmek için görmenin ötesinde zihinsel beceriler gereklidir. Bu zihinsel beceriler de öğrenme yolu ile gerçekleştirilebilir.

Örneğin bir metne bir bakışta en fazla iki- üç sözcük algılayabilen bir okuyucu belirli bir eğitim programı sonucunda bir bakışta cümlenin ya da paragrafın tümünü algılayabilir hale gelir. Yine öğrenme sonucunda, sürekli olarak her okuma çabasında yazarla aktif bir söyeşi içinde yazarın görüşlerini açığa çıkarmayı öğrenerek etkin bir okuyucu olabilir.
Okumanın gerçek amacı, anlamı çabuk ve doğru kavramaktır. Bu okumanın geliştirilmesi için, etkili okumanın temeli olan hız, kavrama ve bellek arasında bağ kurulmasını gerektirir. Okumada kavrama ile hız arasında yakın bir ilişkinin varlığı kabul edilmekte, kavramaya ilişkin becerilerin arttırılması hızlı okuma ile olası görülmektedir.

HIZLI OKUMA
Hızlı okuma için , okuma yanlışlarımızı düzelterek kendimizi hazırladık. Şimdi de hızlı okuma yöntemlerine geçmeden önce, düşünce olarak atmamız gereken adımlar var.
a- Gözlerimizle aklımızı birlikte çalışmaya alıştırmak
b- Bir metinde her sözcüğü okumak zorunda olmadığımıza inanmak
c- Her metinin ya da kitabın aynı değerde olmadığını kabul etmek. Yani bazılarının zor, bazılarının kolay olduğunu bilmek
d- Okuyacağınız her metin ve kitapta amaçlarınızın farklı olduğunu kabul etmek okuma hızınızı da buna göre ayarlamak gerektiğini bilmek.

 

HIZLI OKUMA YÖNTEMLERİ

Göz Devinimlerimiz: Daha hızlı okumak, etkili bir okuyucu olabilmek için gözlerimizle aklımızı birlikte çalıştırmaya alıştırmamız gerekiyor.

Okuma sırasında, gözümüz satırlar üzerinde soldan sağa, sağdan sola, yukarıdan aşağıya (bazen aşağıdan yukarıya) göz sıçramaları ile ilerler. Okuma olayı, işte bu sıçramadaki duraklamalar (saplama) sırasında, yakalayabileceğimiz sözcük kümesini algılayarak , gerçekleştirilir. Bu yüzden hızlı ve usta bir okuyucu olabilmek için, göz sıçramalarını hızlandırmak, duraklama süresini kısaltmak, duraklama süresince çok sayıda sözcük görebilmek (4-5sözcük) yani görme yelpazemizi genişletmemiz gerekiyor. Bu üç özelliği kontrol etmek beynin işidir. Zihnimizin kotrolü dışında gerçekleşen sıçrama ve duraklamalardan görüş alanına girenleri algılamak olanaksızdır. Öyleyse aklımız sürekli emir veren, kontrol eden ve gönderilenleri algılayacak biçimde hazırlıkta ve işlerlikte olmalıdır.

Sapmalar: Daha çok sayıda sözcük kümesini algılamak için; sözcük kelimelerinde gözün önce belli bir noktaya sapması, sonra bu saptığı noktanın sağından ve solundan mümkün olduğunca çok sayıda sözcüğü algılaması gerekir.

Lezzetli ve Temiz yemekler yapan bir aşcıdır.

1. Sapma noktası 2. Sapma noktası

Kolon Okuma: Günümüzde metinler gittikçe daha dar kolonlar halinde basılmaktadır. Gazetelerde dergilerde ve büyük magazinlerde bu kolonlara daha sık rastlanmaktadır. Bu kolonlar, ortalama 5-7 cm den oluşan sıfatlardan meydana gelmektedir. Dar kolanlar büyük bir gidiş- gelişi zorunlu kılan geniş satırlardan daha kolay gözden geçirilmektedir. Diğer yandan yukarıdan aşağıya doğru okuma dikkati daha çok uyarmaktadır. Dar kolonlar genellikle her satırda bir ya da iki sapmayı gerektirdiğinden, ritim konusunda büyük yarar sağlamaktadır.

Göz Gezdirme: Görme yelpazemiz genişledikçe, metnin bütününü dikkatli bir şekilde görme, düşünceleri yakalama hızına da ulaşırsınız.
Etkili okuyucu, metnin özelliklerine göre hızını ayarlayabildiği gibi, her metinle ilgili ihtiyaç ve amaçlarının farkı olacağını kabul eder. Amacını belirledikten sonra metnin bütününe yönelik yaptığı “Göz Gezdirme” Tekniği ile dikkatli bir okuma yapabilir.

Göz gezdirme ile çok yüksek hızlar elde edersiniz. Neye ve nasıl göz gezdireceğimizi iyi belirlersek bu, hız kavrayışımızı düşürmez.

Göz gezdirme, bir metni okumaya başlamadan önce yapılan “Göz atma” dan farklıdır. Göz gezdirme de amacımız belirli olduğu için daha dikkatli bir inceleme yaparız. Okunan metin çok kolay ve okuyucunun bildiği konuyu içeriyorsa göz gezdirme de yeterli bilgi edinilebilir.
Etkili bir göz gezdirme davranışında; metin başlığı alt bakşlıkları, giriş ve ilk paragrafı, sonraki paragrafların ilk ve son cümleleri numaraları, büyük harfle ya da italik yazılmış yerleri son paragraf ve varsa özeti okumalıdır.

Esnek Okuma: Okuma yöntemimizi ve hızımızı belirleme okuma amacımız ve metnin özellikleri önemli rol oynamaktadır. Etkili okumada okuyucu, her durumda uygun okuma tutumunu alabilmelidir. Uygun okuma tutumunu alabilmek, esnek okumayı gerektirir.
Eğer günlük yaşamda karşımızı çıkan yeni bilgilerden gereğince ve uygun bir şekilde yararlanmasını bilmezsek, bir çok şeyi kaçırır, önemli bilğileri edinemeyiz . Ayrıca daha az zaman ayırarak yapacağımız okumayı, hem daha fazla zaman harcayarak yapar, hem de okuduğumuz metinden yeterince doyum alamayız. Oysa okuma hızını ve yöntemini, okuma amacına ve metnin özelliklerine göre ayarlayabilen, yani “Esnek Okuma” yapabilen bir okuyucu en kısa zamanda, en çok bilgiyi alabilir.

Her gün karşılaştığımız yeni okuma durumlarını incelediğimizde, esnek okumayı daha iyi anlayabiliriz. Okunacak şeyler değişik türde olduğundan , bunları okuma amacımız da değişir. Farklı teknikler kullanırız. Örneğin güne gazete okuyarak başadığınızı düşünelim. Ancak zamanınız sınırlı, derse yetişmek durumundasınız. O zaman sadece başlıklara bakar ilginizi çeken haberlere de şöyle göz atarsınız. Okula gittinizde, derse girmeden önce eğer konu anlatacak iseniz, bildiğiniz şeyleri eleyebilmek için göz gezdirirsiniz. Bildiklerinizi atlar yeni bilgileri okursunuz. Öğleden sonra arkadaşınız size bir dergiyi verdi diyelim. İlginç bir makale var mı diye dergiyi tararsınız. İlginizi çeken bir makale bulduğunuzda, yeni bir bilgiye rastlamak için göz atarsınız. Akşam iyi bir film ya da program bulabilmek için gazetelerden programları tararsınız. Yarınki dersinizi hazırlama durumunda ise, metindeki herşeyi okumanız gerekmediği düşüncesinden hareketle kitabınızın o bölümüne göz atar, elde etmek istediğiniz bilgilere göre önemli başlık ve alt başlıkları belirlerseniz. Konusunu ana fikir ve ayrıntılarını araştırır, önemli kısımlar üzerinde daha fazla zaman harcayarak, ayrıntılar üzerinde daha hızlı geçerek ya da atlayarak okumanızı sürdürürsünüz. Gördüğünüz gibi, okuduğunuz bu çeşitli türden malzemelerin her birine göre okuma amacınız da farklı olacaktır. Yine malzemenin türüne göre yöntem ve hızınızıda değiştirmeniz gerekecektir. Eğer bunu uygun bir şekilde yapmayı başarırsanız esnek bir okuyucusunuz demektir.

Esnek okuyucu, nasıl okuyacağına karar verirken, metinin türünü de dikkate alarak zaman zaman teknik değiştirebilir. Metin , açık bir dille yazılmış ve izlenmesi kolay bir anlatımı olduğunda, hızlı bir okuma yapılabilir. Ancak metin açık bir dille yazılmamış, anlatımı kolayca özlemeye elverişli olmadığında daha yavaş ve dikkatli bir okuma yapılabilir. Eğer bu şekilde esnek davranamazsak, amacımıza ulaşamadığımız gibi zamanımızı da boşa harcamış oluruz.

Esnek okuyucu, okuma yöntemini kararlaştırırken zamanını dikkate alır. Örneğin bir metni ne kadar dikkatli okuması gerekirse gereksin, eğer yeterli zamanı yoksa, ya bir kısmı okur, bir kısmına göz atar ya da baştan sona dikkatle göz gezdirir. Ayrıca, eğer o anda fiziksel bir rahatsızlığı varsa, genel düşünceyi anlamak için sadece göz atar. Özetle esnek okuyucu, durumuna göre hızlarını bilen ve uygulayan kişidir.
Kavrama ve Sezme: Görme, her sözcüğü anlamanız için yeterli değildir. Görme yeteneği, anlama, görme ve zihin yeteneklerinin bir sentezi sonucunda ortaya çıkmaktadır. Bunun sonucu, yazılı bir sözcüğü görür görmez tahmin ediliyor, taman olmadan profilini ve diğer özelliklerini tamamlıyor, böylece görüşünüzü kontrol etmiş oluyorsunuz.
Okuma sürecinde, sözcükleri sadece görmek yeterli değildir. Aynı zamanda bir sözcüğü diğerinden ayırmak gerekir. Yazmada ise , dil bilgisi ve sözcükleri birleştirmede kullanılan bağlama kuralları etkili olmaktadır. Sonuç olarak okumak, soyut ve göze dayalı anlamlar üretmektir. Bu üretimi sözcüklerin doğru seçimi, sözcüklerin anlamları, tipleri, türleri ve yaptıkları belirlemektedir.

İyi bir okuyucu olmak, sizin etkili okumanızı sağlayacak çeşitli teknikler uygulamanız gerekmektedir. Şimdi yapacağınız alıştırmalarda, okurken eksik bırakılan sözcüğü izleyen sözcüklerden tahmin etmeye çalışın. Böylelikle anlama ve sezme yeteneğinizi ğeliştirebelersiniz.

UYGULAMA: Aşağıdaki kısa metinde boş bırakılan yerlerde konuşulması gereken sözcükleri düşünerek, kavrayarak bulup yazınız. Bu tür çalışmaları sık sık yaparsanız kavrama ve sezme gücünüz artar.

Oğlumuz
Karlı b…. şubat g….. doğmuştu. Babanın k…. verirken b…. tuhaftım. İsim a….., kamus b…… ne kadar b ….. gelmişti . O…… ışıl ı….. , kainat g….. manalı b….. kelime b….. istiyorum. S…… Ömer d……. Bu da o…..yakışmıştı. O…… tarihe girme b…… Ömer´in ikbaline layık, g……
İlk g…., i….. diş, i….. kelime, annesine doğru genç, g…… ve mes´ut a….. doğru i….. adım.

Seçici Okuma: Bundan önceki bölümlerde etkili ve hızlı okumayı geliştirmek, okuma verimini arttırmak için bir takım stratejiler geliştirdik. Bu aşamadan sonra hedefimiz, okumaya, ayırdığımız zamanı daha verimli kullanabilmek, kısa zamanda daha çok bilği edinebilmek. Bu hedefe ulaşabilmek, hızlı ve seçici olmayı gerektiriyor. Aslında her okuma da seçici olunmalı. Ancak hızlı okurken buna daha çok ihtiyacımız var.

Okumada önemli olan, yazarın iletmek istediği mesajı, okuyucunun yazılı sözcükler arasından bulup çıkarmasıdır. Daha önceki bölümlerde, yazarın düşüncesini kavramada etkili olan bir takım etkili okuma tekniklerinden bahsetmiştik. Bu tekniklerde hız , çabukluk, esneklik derecelerine nasıl ulaşacağımız, okumamızı nasıl düzelteceğimiz konularında yoğunlaştık. Ancak bu tür okumalarımızda gözümüz temel olan noktayı, bir çok ayrıntılarla birlikte kavrama durumunada kalabiliyordu. ” Seçici okuma” adı altında şimdi açıklayacağımız teknikte ise, tüm ayrıntıya girmeden, daha az sözcük okuyarak, yazarın düşünce bütünlüğünü yoklamamız hedeflenir.

Burada önemli olan her hangi bir metni mikroskopla incelemek değil, genel hatlarıyla bilmektir. Bu teknik, pratik okumamıza büyük yarar sağlamakta, bize zamandan kazandırmaktadır. Örneğin, 15 dakikada günlük gazeteyi okuyabelmek, üç saatte 500 sayfalık bir yapıtta bulunan bilgileri yakalamak gibi…

Buraya kadar yapılan açıklamaları özetlemek gerekirse:
1. Gözümüzle ve beyninizle okuyun.(Dudaklarınız ve ses telleriniz kımıldamasın)

2. Gözünüzle kelime gurupları görmeye çalışın ( birden fazla kelime)

3. Okurken yazıya konsantre olmaya çalışın. (geri dönüş yapmayı kendinize yasaklayın)

4. Her kelimeyi okumak yerine, asıl anlamı veren kelimeler üzerinde durarak gereksiz kelimeler üzerinde durarak gereksiz kelimeleri atmaya çalışın.

5. Kendinizi hızlı okumaya zorlayın.

6. Kendinize okurken belli bir süre vererek, okuduğuğunuzu o süre içinde bitirmeye çalışın.

7. Fırsat buldukça değişik tipte yazılar okuyun.
(Kendinize mutlaka okumak için zaman ayırın)

8. Gereksiz Ayrıntılar yerine ana fikir için okuyun.
Anafikri bulmak için;
a) Birinci paragrafta yazırın tarzını çıkarmaya çalışın
b) Anafikri nereye yazmış olabileceğini düşünün Her paragrafta bunu bulmaya çalışın.
c) Anafikrin her paragrafta bulunabileceğine dikkat edin.
Başlangıçta bunları uygulamanız ve hatta başarmanız size çok güç gelebilir. Ama unutmayın ki bunları başarıp bilginin özüne çok daha pratik, çok daha kısa sürede ulaşabilen insanlar çok fazla. Neden bizde onlardan biri olmayalım? Yapılması gereken tek şey ümidimizi yitirmemek.
İnatla uygulama yapın.
Sonucun adım adım geldiğini göreceksiniz..