İnsanı insan kılan her değer dümdüz bir cam levha gibidir. Öyle ki her birinin içinden insanı insan kılan o ışık geçer. Rengarenk levhalar parlak güneşin altında parıldar ve binbir çeşitte renk verirler. Yine de insanı insan kılan ışık tektir.
Renklerin psikolojik ve fizyolojik etkileri dalında renkler ve kişilik gelişimi dallarında araştırmalar yapan Living Colour (canlı renkler) organizasyonunu kuran (1984) Howard Sun, çalışmalarını Theophilus Helidor Gimbel’le yoğunlaştırdı. 1983 yılında renk terapisti unvanını aldı. İnsanların ruhsal ve insani psikolojileri konusunda tam bir deneyim kazandı. İnsanların kişisel, fiziksel ve ruhsal dünyaları konusunda uzun ve yorucu araştırmalar yaptı. Grup terapileri ile sistemin doğruluğunu insanlara aktardı. Renk analiz uzmanlığını eşi Dorothy Sun ile fevkalade geliştiren Howard Sun 1984 yılında eşi ile birlikte İngiltere’nin ilk resmi terapi merkezini açtı. Bu çalışma İngiltere’de büyük ilgi gördü. İnsanlar renkler ile kişilik ve iç dünyalarının keşfine başladılar.
Renk Bilimi Nasıl Doğdu?
İngiliz fizikçi Isaac Newton (1642 – 1727) 1670′de güneş ışığını elmas bir prizmadan geçirerek, renkleri ayırmayı başarmıştır. Bir odayı kararttıktan sonra güneş ışığının ince bir delikten odaya girmesini sağlamış, bu ışığın önüne bir prizma koyarak parçalanış halini, tıpkı gökkuşağında olduğu gibi yedi rengi yukarıdan aşağıya doğru bir perdeye aksettirmeyi sağlamıştır. Güneş ışığını meydana getiren yedi rengin (renk tayfının) görkemi, gizemi bugün üzerinde birçok incelemeler yapılan son derece olumlu sonuçlar alınan çalışmaları ve araştırmaları beraberinde getirmiş, Renk Bilimi’ni bir bilim dalı olarak ortaya koymuştur.
Newton’dan sonra, Chevreul, Helmhotz, Young gibi fizikçiler ve de kimyagerler bu proje üzerine yoğunlaşarak çalışmalarını hızlandırmışlardır. Newton beyaz perde üzerindeki renklerin bir sıra teşkil etmesine Spektrum Solaers (Güneş Tayfı) adını verdi. Spektrumun zaman zaman değişen, güneşin hararet derecesine göre renklenen renk tayfında aşağıdaki renkleri görürüz ve bütün renkler beyaz ışıktan doğar:
Kırmızı, Turuncu, Sarı, Yeşil, Mavi, Lacivert, Çivit Mavi, Menekşe Moru
Sarı, kırmızı ve mavi renklere; Esas Renkler veya Meydana Getirilemeyen Renkler adı verilir.
Yeşil, turuncu ve mor renkler ise esas renklerin ikişerli karışımından meydana gelirler.
Örneğin:
Sarı + kırmızı = turuncu
Sarı + mavi = yeşil
Mavi + kırmızı = mor
Böylelikle ortaya konan bu renk şeridine Spektre – Solaire denir. Göz alışımı ile idrak edilen, bütün yaşamı ve varlık dünyasına renk veren renk, renkler ve bu oluşumdan duyarlılığa; renk tesiri (sansation) denir.
Rengi görmeden duyarlılıkla da hissetmek mümkündür. Bir örnek olarak bahsedeceğim uygulamayı deneyebilirsiniz. Kendinize bir kırmızı ve bir de mavi kart hazırlayın. Gözlerinizi kapatarak hangi kartın hangi renk olduğunu bilmeden dizlerinizin üzerine yerleştirin. Yine gözleriniz kapalı ellerinizi kartların üzerine yaklaştırın konsantre olarak bir süre o şekilde durun. Belirli bir süre sonra kırmızı karttan sıcak bir esinti mavi karttan ise daha serin bir esinti hissedeceksiniz. Kırmızı sıcak renk grubunda, mavi ise soğuk renk grubundadır ve bu enerjilerine aynen yansır.
Yine benzer bir deneyle herhangi bir rengin komplamanterini yani tamamlayıcısını bulmak bilimsel açıdan mümkündür. Daire şeklindeki bir kartonun yarısını yeşile boyayın. Diğer yarısı ise beyaz kalsın. Bu daireyi hızla kendi etrafında döndürürsek bir süre sonra beyaz kısmını pembe olarak görmeye başlayacaksınız. Çünkü yeşilin komplamanteri pembedir. Hatta beyaz kısmı pembe olarak boyayıp aynı deneyi yapsak bir süre sonra kartonun beyaz renk alacağını görecektik. Tüm bunlardan varılan sonuç şudur ki renk bir enerjidir ve renk bilimi pozitif bir bilimdir.
Renkler Olmasaydı
Aslı KAPLAN
Renksiz bir dünyada yaşamayı hiç düşündünüz mü? Çevrenizdeki insanların, gökyüzünün, denizlerin, dağların, çiçeklerin, hayvanların, elinizin, gözünüzün hiç rengi olmasaydı nasıl olurdu? Yeryüzündeki ve gökyüzündeki renkliliği algılamaya alışmış beynimiz için renksiz bir dünya hayâl etmek zor olsa gerek.
Çevremize baktığımızda her varlığın renkli olduğu ve bu renkler arasındaki kusursuz uyum gözümüze çarpar. Aslında bizim cisimleri renkli görmemiz, onlardan gelen ışığın rengine bağlıdır. Her cismin yapısında renkli görünmeyi sağlayan renk tanecikleri bulunur. Bu renk taneciklerine pigment adı verilir. Güneşten gelen ışınlar, cisimler üzerindeki renk taneciklerine çarptıktan sonra gözümüze gelir. Renk tanecikleri hangi rengi yansıtıyorsa biz cisimleri o renkte algılarız. Meselâ yaprak, üzerine gelen ışıktan sadece yeşili yansıttığı için yeşil; toprak sadece kahverengiyi yansıttığı için kahverengi görünür.
Gökyüzü ve yeryüzünün hakim renkleri olan mavi ve yeşilin, insan gözünün bakarken en rahat ettiği renkler olduğunu biliyor muydunuz? İşte bu nedenle yeşil alanlarda dolaşmak, piknik yapmak ve denizi seyretmek bizlere sakinlik ve huzur verir.
Bitkilerin yeşil rengini oluşturan renk tanecikleri, canlılık olaylarının gerçekleşmesinde de çok önemli rol oynar. Klorofil adı verilen bu tanecikler üzerinde fotosentez olayı gerçekleşir. Bu olay sonucunda canlılar için gerekli olan besin ve oksijen üretilir.
Çiçeklerin rengârenk görünümleri, biz insanlar için ilgi çekici olduğu kadar başka canlılar için de ilgi çekicidir. Meselâ böcekler için. Böcekler, ilgilerini çeken rengârenk çiçeklere konup kalkarken, çiçeklerin tozlarını birbirine taşır ve çoğalmalarına yardım eder. Hem de hiç farkında olmadan.
Hayvanlar âlemine baktığımızda ise hayatın sürdürülmesinde kullanılan bir renk diliyle karşılaşırız. Birçok hayvanın vücudu, bulundukları ortamla o kadar uyumlu renk ve desenlere sahiptir ki ayırt etmekte zorlanırsınız. Kuru otlar arasında avlanan bir aslan neredeyse görünmez, renkleri çevresi ile karışmıştır. Aslanları şaşırtan ise grup halindeki zebraların, birbirine karışmış siyah-beyaz çizgileridir.
Uzun otlarda bir çitayı görmek de zordur. Üzerindeki yüzlerce siyah nokta, vücudunun netleşmesini engeller. Yapraklar arasındaki bir çekirgeyi, üzerinde durduğu çiçeğin rengi ile aynı olan bir böceği, ortamın rengine göre renk değiştiren bir bukalemunu hemen göremeyebilirsiniz. Tabiî onları düşmanları da hemen göremez.
Birçok deniz canlısı da parlak ve canlı renkleriyle düşmana, zehirli oldukları mesajını verir. Böylece kendileri yem olmaktan, diğerleri de zehirlenip ölmekten korunmuş olurlar.
Kelebekler de bizleri hayran bırakan renkleriyle korunan hayvanlardandır. Kanatlarındaki renklerin oluşturduğu desenler büyük bir hayvanın gözleri gibi görülür. Bu yalancı gözler ise kanatlarını açtığında, kelebeği düşmanına bir baykuş gibi göstermeye yeter.
Renkler korunmayı sağladığı gibi beslenmeye de aracı yapılmıştır. Öyle ki bazı türlerde anne kuş, yavrusunun besin ihtiyacını gagasının rengi sayesinde anlar. Yavru da annesini bu şekilde tanır ve besinin geldiğini anlar. Örneğin, martı yavruları, annelerinin gaga ya da ağız çevrelerindeki kırmızı benekleri gagalar, anneleri de onları besler. Ayrıca birçok hayvan, eşlerini ve yavrularını renklerinden tanır.
Görülüyor ki rengarenk bir dünya yaratılmış ve bu renkli dünyanın dili de içerisinde yaşayan canlılara ilham edilmiştir. Yani renkler; yeryüzüne ve gökyüzüne kattığı güzelliğin yanında, insanlar için pek çok faydalar taşırken, bitkiler ve hayvanlar için de farklı farklı anlamlar ifade etmektedir.
Kaynak: Renkler ne zaman isimlendirildi, ne zaman bulundu ve renkler olmasaydı ne olurdu? https://www.msxlabs.org/forum/cevaplanmis/466399-renkler-ne-zaman-isimlendirildi-ne-zaman-bulundu-ve-renkler-olmasaydi-ne-olurdu.html#ixzz4QH6fyFE5
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder