26 Kasım 2015 Perşembe

DUYGULARINIZIN EFENDİSİ OLMAK İÇİN NELER YAPABİLİRSİNİZ? (OSHO) duygularını kontrol et


Acının içine baktığında orada temel bir takım şeyler göreceksin. Acı sana saygınlık kazandırıyor, insanlar sana karşı daha dostça, daha iyi hissediyor. Acı içindeysen daha çok dostun olur. Çok tuhaf bir dünya bu; temelinde ters giden bir şeyler var. Böyle olmamalı; mutlu insanın daha çok dostu olmalı. Ama mutlu olduğunda insanlar seni kıskanmaya başlıyor; artık dostça davranmıyorlar. Aldatılmış hissediyorlar; sende onların sahip olmadığı bir şey var. Nasıl mutlu olursun? Yüzyıllar boyunca alttan alta öğrenmiş olduğumuz bir işleyiş var: mutluluğu bastırıp, acıyı dışa vurmak. Bu bizim için doğal bir hale gelmiş.
Bu işleyişten tümüyle kurtulman lazım. Nasıl mutlu olunacağını, mutlu insanlara saygı duymayı, onlara daha çok dikkat etmeyi öğrenmen gerekiyor, unutma. Bu insanlığa büyük bir hizmet olacaktır. Acı çeken insanlara fazla anlayış gösterme. Biri acı içindeyse yardımcı ol ama, ona karşı anlayışlı olma. Onun acının kayda değer bir şey olduğunu düşünmesine yol açma. Ona yardım ediş nedenin içinde bulunduğu duruma saygı duyuyor oluşundan değil, sadece acı çekiyor olmasından kaynaklandığının kesin olarak altını çiz. Sen onu yalnızca bu acının içinden çekip çıkarmaya çalışıyorsun çünkü acı çirkin bir şey. Bırak o kişi acının çirkinliğini hissetsin, acı içinde olmanın erdemli birşey, “insanlığa büyük bir hizmet katmak” olmadığını anlasın.
Mutlu ol, mutluluğa saygı duy ve insanların hayatın amacının mutluluk- satchitanand olduğunu anlamasına yardımcı ol. Doğu gizemcilerine göre Tanrı üç niteliğe sahiptir. O sat’tır: hakikat, varlıktır o. O chit’tir: bilinç, farkındalık. Ve son noktada, en yüksek zirvede de anand’dır: mest olma hali. Mest oluş neredeyse, Tanrı oradadır. Ne zaman mest olmuş bir insan görsen ona saygı duy, kutsaldır o. Ve nerede bir topluluğun mutlu, şen olduğunu hissedersen bil ki orası kutsal bir mekandır.
–REÇETELER–
ZİHNİN ADETLERİNİ KURNAZLIKLA YEN
Üzgün mü hissediyorsun? Dans et ya da gidip, duşun altında dur ve bedeninin ısısıyla birlikte üzüntünün de bedeninden nasıl yok olup gittiğini gör. Duşun üzerine yağdırdığı suyun bedenindeki ter ve tozu nasıl alıp götürüyorsa, üzüntünü de aynı şekilde alıp götürdüğünü hisset. Bak bakalım ne oluyor.
Zihni öyle bir duruma sokmayı dene ki, eski işleyiş biçimini sürdüremesin.
Her şey olur. Aslında yüzyıllardır geliştirilmiş olan tüm teknikler zihnin eski kalıplarını kırma çabalarından başka bir şey değildir.
Örneğin öfkeli hissediyorsan, sadece bir kaç derin nefes al. Derin nefes al ve derin nefes ver, sadece iki dakika bunu yaptıktan sonra öfkenin ne durumda olduğuna bak. Zihnin kafasını karıştırmış oluyorsun; o bu iki şeyi birbiriyle bağdaştıramıyor. “Ne zamandan beri” diye sormaya başlıyor zihin, “öfkeli birisi derin nefes alıyor? Neler oluyor burada?”
Yani ne istersen yap ama asla aynı şeyi tekrarlama; püf noktası bu. Yoksa her üzgün oluşunda düş almaya başlarsan, zihin onu da alışkanlık edinecektir. Üç, dört kereden sonra zihin öğrenir: “Her şey yolunda. Üzgünsün, o yüzden duş alıyorsun”. O zaman bu üzüntünün, o paketin bir parçası haline gelir. Hayır, asla aynı şeyi tekrar etme. Her seferinde zihni şaşırtmaya devam et. Yaratıcı ol, yeni şeyler icat et.
Ortağın bir şey söylüyor ve öfkeleniyorsun. Hep ona vurmak veya bir şeyler fırlatmak istemiştin. Bu sefer bir değişiklik yap: git sarıl ona! Onu güzelce bir öpüp, şaşırt onu da. Böylece hem zihnin şaşırmış olacak hem de ortağın. Bir anda bazı şeyler artık eskisi gibi olmayacak. O zaman zihninin bir mekanizma olduğunu, yeni şeyler karşısında nasıl yenik düştüğünü, yeni şeylerle nasıl baş edemediğini göreceksin.
Pencereyi aç ve bırak taze bir meltem içeri girsin.
ÖFKE KALIBINI DEĞİŞTİR
Bir şeyleri binbir kere dışarı atsan da, temeldeki kalıp değişmezse, onları yeniden biriktirirsin. Enerjiyi dışarıya salmakta hiçbir sakınca yok- bu iyi bir şey- ama bunun kalıcı hiçbir tarafı da yok.
Doğu’nun yöntemleri Batı’nınkilerden tamamen farklı. Onlar katartik değil; tam tersine onlar seni kendi kalıbınla karşı karşıya getiriyor. Enerjinin bastırılmış olmasıyla ilgilenmiyorlar. Onlar kalıbın kendisiyle, o enerjiyi yaratan, bastıran, seni sinirli, üzgün, bunalımlı ve nevrotik yapan içsel mekanizmalarla ilgileniyor. Bu kalıbın kırılması gerekiyor. Enerjiyi salmak çok kolay ama kalıbı kırmak güç; zor bir iş bu.
Şimdi bu kalıbı değiştirmek için bir şey yapmayı dene.
Her gün, on beş dakika boyunca, ne zaman sana uyuyorsa, bir zaman belirle ve odanın kapısını kapatıp sinirlen- ama bu siniri dışarıya atma. Onu zorlamaya devam et, sinirden neredeyse çıldır ama onu dışarı salma. Hiçbir dışavurum yok…yastığa vurmak bile. Onu yapabileceğin her şekilde bastır- beni takip edebiliyor musun? Katarsisin tam karşıtı bu.
Midende, bir şeyler patlamak üzereymiş gibi bir gerginlik hissediyorsan, mideni içeri çek; onu olabildiğince gergin hale getir. Omuzlarının gerildiğini hissediyorsan, onları daha da ger. Bırak tüm bedenin mümkün olabildiğince gerilsin, neredeyse çıkış noktası olmayan bir volkan gibi kaynasın. Hatırlanması gereken nokta bu- salmak, dışa vurmak yok. Bağırma, yoksa miden gevşeyecektir. Hiçbir şeye vurma, yoksa omuzların gevşeyip, rahatlayacaktır.
On beş dakika boyunca ısın dur, sanki yüz dereceye çıkıyormuş gibi kız. On beş dakika boyunca bu gerginliği bir doruk noktasına doğru taşı. Saatini kur ve çalmaya başladığında, elinden gelenin en fazlasını yapmaya çalış.
Saat sustuğunda, sessizce otur, gözlerini kapa ve sadece olup bitenleri izle. Bedeni gevşet.
Bunu iki hafta boyunca tekrarla. Sistemi bu şekilde kızdırmak, kalıplarının erimesini sağlayacaktır.
“HAYIR”IN DERİNLERİNE İN
Her akşam, altmış dakikalığına şu yöntemi dene. İlk kırk dakika boyunca olumsuzlaş, olabildiğince olumsuz ol. Kapıları kapat, odanın etrafına yastıklar koy, telefonu fişten çek ve bir saat boyunca rahatsız edilmemek istediğini herkese söyle. Kapıya, bir saat boyunca tamamen kendi başına bırakılman gerektiğini söyleyen bir yazı as. Odayı olabildiğince loşlaştır. Kasvetli bir müzik çal ve kendini ölü gibi hisset.
Oturduğun yerde kendini olabildiğince olumsuz hisset. “Hayır”ı bir mantra gibi tekrarla. Geçmişte kendini son derece donuk ve ölü gibi hissettiğin, kendini öldürmek istediğin, yaşamın tadının tuzunun kalmadığı sahneleri canlandır ve abart onları. Etrafında tümüyle bu durumu yarat. Zihnin araya girecektir. Sana, “Ne yapıyorsun? Öyle güzel bir gece ki bu, hem de dolunay var” diyecektir. Ona kulak asma. Ona daha sonra geri dönebileceğini fakat şu anda kendini tamamen olumsuzluğa adadığını söyle. Dini bir gereği yerine getiriyormuşçasına olumsuz ol. Ağla, zırla, bağır, küfret- içinden ne geliyorsa yap. Ama bir şeyi unutma: mutlu olmamalısın. Mutluluğa hiçbir şekilde geçit verme. Kendini yakaladığın anda hemen kendine bir tokat at! Kendini olumsuzluğa geri döndür. Yastıkları dövmeye, onlarla kavga etmeye, üzerlerinde tepinmeye başla. İğrenç ol! Bu kırk dakika boyunca olumsuz kalabilmek çok zor gelecektir.
Zihnin temel kanunlarından biridir bu- bilinçli olarak her ne yaparsan, aslında onu yapamazsın çünkü bir şeyi bilinçli olarak yaptığında bir mesafe hissetmeye başlarsın. Onu yapıyor olsan da hala bir tanıksındır; yaptığın şeyin içinde kaybolup gitmezsin. Bir mesafe doğmuştur ve o mesafe müthiş güzel bir şeydir. Ama o mesafeyi yaratmanı söylemiyorum. O bir yan üründür- onun hakkında endişelenmene gerek yok.
Bu tüm olumsuzluğu kökünden söküp atacak, sana “evet”e dair yepyeni bir bakış kazandıracaktır. Seni tamamen temizleyecektir. Hiç kimse “hayır”ın derinlerine dalmadan, “evet”in zirvesine ulaşamaz. Önce hayır diyen biri olman gerekir ki, evet bundan doğsun.
KAPLANI SERBEST BIRAK
Yaşam öyle engin bir olgu ki onu kontrol etmek imkansız. Onu gerçekten kontrol altında tutmak istiyorsan, kesip, biçerek asgariye indirmen lazım; onu ancak o zaman idare edebilirsin. Yoksa yaşam vahşidir. Bulutlar ve yağmur kadar, rüzgar, ağaçlar ve gökyüzü kadar vahşidir.
Geceleri bir meditasyona başla. Hiçbir şekilde insan değilmişsin gibi hisset sadece. İstediğin hayvanı seçebilirsin. Kedileri seviyorsan, kedi uygundur. Köpekleri seviyorsan köpek de olur….veya kaplan ol- dişi, erkek fark etmez- ne istersen olur. O hayvana dönüş. Odada dört ayak üstünde dolaşarak, o hayvana dönüş.
On beş dakika boyunca bu fantezinin çıkarabildiğin kadar keyfini çıkar. Bir köpek gibi havla ve köpekten beklenebilecek şeyleri yap; gerçekten yap bunları! Bunun tadını çıkar ve hiçbir şeyi kontrol etme. Bir köpek hiçbir şeyi kontrol edemez- köpek olmak demek mutlak özgürlük demektir- yani o anda içinden ne geliyorsa onu yap. İnsana ait kontrol özelliğini o anın içine taşıma. Gerçekten dik başlı bir köpek ol! On beş dakika boyunca odanın etrafında dolaşıp havla, zıpla. Bunu yedi gün boyunca yap- faydasını göreceksin.
Fazla görgülü, fazla medenileşmiş biri olmak sana köstek olabilir. Biraz daha hayvani bir enerjiye ihtiyacın var. Aşırı medeniyet, insanı felç eden bir şeydir. Küçük dozlarda faydalıyken, fazlası çok tehlikelidir. Kişi daima hayvan olabilme kapasitesini barındırmalıdır. Biraz vahşileşmeyi öğrenebilirsen, tüm sorunların yok olacaktır. Bu yüzden bu akşamdan başla- ve bunun keyfini çıkar!
KRİZE MÜDAHALE ETMEK
Dışarıdan baskı gibi müdahaleler olduğu zamanlarda- ki bu hayatta çok sık olacaktır- meditasyona doğrudan girmek zorlaşır. Bu yüzden meditasyondan önce, on beş dakikalık bir süre boyunca bu baskıyı silmek için bir şey yapman gerekiyor; ancak öylelikle meditasyona girebilirsin, yoksa giremezsin.
On beş dakika boyunca sessizce oturup dünyanın bir rüyadan ibaret olduğunu düşün- zaten öyledir de! Tüm dünyanın bir rüya olduğunu ve hiçbir şeyin önemi olmadığını düşün. Birincisi bu.
İkinci olarak da er ya da geç, sen de dahil her şeyin yok olacağını hatırla. Sen hep burada değildin ve sonsuza kadar burada olmayacaksın. Demek ki, hiçbir şey kalıcı değil.
Üçüncü olarak, yalnızca bir tanık olduğunu hatırla. Bu gelip geçen bir rüya, bir film.
Bu üç şeyi hatırla; bu dünyanın tümüyle bir rüya olduğunu, her şeyin, senin bile gelip geçici olduğunu unutma. Ölüm yaklaşıyor ve varolan tek gerçek tanıktır, yani sen sadece bir tanıksın. Bedeni gevşetip, on beş dakika boyunca tanık olduktan sonra, meditasyona başla. Meditasyona kolaylıkla girebilecek, hiçbir sorunla karşılaşmayacaksın.
Ama meditasyonun kolaylaştığını hissettiğin anda dur; yoksa bu bir alışkanlığa dönecektir. Bu yöntemin ancak meditasyona girmenin zor olduğu belli durumlarda kullanılması gerekiyor. Her gün yaparsan iyi gelecek ama etkisini kaybetmeye ve işe yaramamaya başlayacaktır. Bu yüzden bunu bir ilaç olarak kullan. İşler ters gittiğinde, zorlaştığında, yolu açması ve rahatlamanı sağlaması için kullan bunu.
SEFALETİN TAİ CHİ’Sİ
Kendini sefil bir şekilde hissetmeye başladığında, bu ruh haline yavaş bir şekilde, hızlı değil, ağır hareketlerle, Tai Chi hareketleriyle gir.
Üzgün hissediyorsan, gözlerini kapa ve bırak film ağır çekimde aksın. Onun içine yavaş, yavaş, etrafını tümüyle görebilen bir görüş açısıyla, bakarak, olup bitenleri izleyerek gir. O kadar yavaş gir ki, her sahneyi, her teli, tek tek görebilesin. Öfkeleniyorsan, öfkeye çok yavaş bir şekilde adım at.
Sadece bir kaç gün boyunca, yavaş hareket et ve başka şeylerde de yavaşla. Örneğin yürüyorsan, şimdiye kadar yürüdüğünden daha yavaş yürü. Yemek yerken daha yavaş ye ve lokmalarını daha fazla çiğne. Normalde yirmi dakikada yaptığını otuz dakikada yap, her şeyi yüzde 50 oranında yavaşlat. Gözlerini hızla açıyorsan, daha yavaş aç. Duşunu normalde aldığın sürenin iki katı sürede al; her şeyi yavaşlat.
Her şeyi yavaşlattığında, otomatik olarak tüm mekanizman da yavaşlar. Mekanizma birdir- yürürken, konuşurken, öfkelenirken kullandığın hep aynı mekanizmadır. Değişik mekanizmalar söz konusu değildir; hepsi tek bir organik mekanizmadır. Bu yüzden, her şeyi yavaşlattığında, şaşırtıcı bir şekilde, üzüntün, sefaletin, öfken, şiddetin- hepsi yavaşlayacaktır.
Bu muazzam bir deneyim yaratır: düşüncelerin yavaşlar, arzuların yavaşlar, eski alışkanlıkların yavaşlar.
Örneğin, sigara içiyorsan, elin çok yavaşça hareket eder….cebine girer…sigarayı çıkarır… onu ağzına koyar…kibrit kutusunu çıkarır. Tüm bunları öyle ağırdan alırsın ki, tek bir sigarayı içmen neredeyse yarım saat sürer! Şaşıracaksın; her şeyi nasıl yaptığını görebilmeye başlayacaksın.
AY GÜNCESİ
Ay kişiyi bazen büyük ölçüde etkileyebilir, bu yüzden bunu takip et ve bundan faydalan. En az iki ay boyunca her günü kaydet ve bunu aya göre yap. Yeni aydan başlayıp o günün genelinde nasıl hissettiğini kaydet; sonra ertesi günü, üçüncü günü, sonra dördüncüyü ve dolunaya kadar her günü kaydet. Dolunay küçülürken de kaydetmeye devam et. Belli bir ritmin var olduğunu, ruh hallerinin aya göre gittiğini görebileceksin.
Kendi grafiğini keşfettikten sonra ondan birçok şekilde yararlanabilirsin. Yarın ne olacağını önceden bilip, ona göre hazırlıklı olabilirsin. Üzgün olacaksan, üzüntünün tadını çıkar. O zaman onunla savaşmaya gerek kalmıyor. Savaşmak yerine ondan faydalan çünkü üzüntüden de faydalanılabilir.
KÖPEK GİBİ NEFES AL
Göbeğinde düğümler hissettiğin zamanlarda, köpek gibi yürüyüp nefes almaya başla. Dilinin dışarı sarkmasına izin ver. Tüm kanal açılacaktır. Bu şekilde nefes almak çok etkili olabilir. Bu şekilde yarım saat nefes aldığında, öfken çok güzel bir şekilde akacaktır. Tüm bedenin buna dahil olacaktır.
Arada sırada odanda bunu yapmayı dene. Bir aynanın karşısına geçip havlayıp, hırlayabilirsin! Üç hafta içinde bir şeylerin çok, çok derinlere gitmekte olduğunu hissedeceksin. Öfke bir kez rahatlayıp, yok olduğunda, kendini özgür hissedeceksin.
OLUMSUZU KABULLEN
Kişinin, kendi varlığının olumsuz taraflarını da kabul etmeyi öğrenmesi gerekiyor; kişi ancak o zaman bütün olabilir.
Hepimiz yalnızca olumlu tarafı yaşamak istiyoruz. Mutlu olduğunda bunu kabul ediyorsun; mutsuz olduğunda ise reddediyorsun. Ama bu ikisi de sensin. Her şey akıyorken müthiş hissediyorsun; her şey durup, durgunlaştığında cehennemdeymiş gibi hissediyorsun. Ama bu ikisinin de kabullenilmesi gerekiyor. Hayat böyle bir şey: hayat içinde hem cenneti hem cehennemi birlikte barındırıyor. Cennet-cehennem ayrımı sahte bir ayrımdır. Ne yukarıda bir cennet, ne de aşağıda bir cehennem vardır; ikisi de buradadır. Bir an cennette, diğer an cehennemdesindir.
Kişi kendi olumsuz tarafını da kavramalı ve o konuda rahatlayabilmelidir. O zaman bir gün şaşırarak göreceksin ki, bu olumsuz taraf hayata tat, tuz katıyor. Bu gereksiz bir şey değil; hayata lezzet veriyor. Yoksa hayat son derece donuk ve tekdüze olurdu. Düşün ki kendini hep sadece daha mutlu, daha mutlu, daha mutlu hissediyorsun… Ne yapardın o zaman? O mutsuzluk anları hayata yeniden tat, tuz, arayış, macera katıyor. Yeniden iştah kazanıyorsun.
Varlığına bütünüyle sahip çıkmalısın. İyisiyle, kötüsüyle her yönünü kabullenmelisin kendinin. Herhangi bir şeyden kurtulmak söz konusu değil. Kimse asla hiçbir şeyden kurtulmuyor, kişi sadece yavaş, yavaş her şeyi kabullenmeyi öğreniyor. İşte o zaman karanlıkla ışık arasında bir ahenk oluşmaya başlıyor ve bu çok güzel bir şey. Yaşam zıtlık sayesinde bir ahenge dönüşüyor.
Bu yüzden, bu anları da yaşamaya çalış. Sorun yaratma. “Ne yapsam da şu huzursuzluktan kurtulsam?” diye düşünme. Huzursuzsan, huzursuz ol! Mutsuzsan mutsuz ol, büyütme bunu- sadece mutsuz ol; zaten başka ne yapabilirsin ki?
Bu tıpkı iklimlere benzer: yazın hava ısınır, bu konuda elinden ne gelebilir? Hava sıcakken, ısın ve terle, soğuduğunda ise titre ve keyfine bak! Yavaş, yavaş zıt kutupların arasındaki ilişkiyi görmeye başlayacaksın. Ve bu kutuplaşmayı anladığın gün müthiş bir anlayışa ermiş, büyük bir şey keşfetmiş olacaksın.
DOKUZUNCU BULUT ÜZERİNDE
Mutluluk son derece belli belirsiz bir şeydir; bulut gibi tanımsız ve sürekli değişkendir. Ne geçici ne de kalıcıdır. Ebedidir. Ama ölü değil, capcanlıdır. O yaşamın kendisidir, yani ne durağan, ne de hareketlidir. Sürekli değişir durur. İşte mutluluğun paradoksu budur: ebedi ama değişken, her an yeni ama daima kadim oluşu. Bir bakıma o hep vardı; bir bakıma her an mutluluktan sarhoş ve heyecan dolu hissedeceksin. Her an onun tarafından şaşırtılacaksın. Mutluluk bu yüzden böylesine bulutumsudur ve ne anlık, ne de kalıcı olarak sınırlandırılamaz.
Etrafında bu mutluluk bulutunu hissetmeye başla. Sessizce otururken bir bulutun etrafını sardığını hisset. Kendini o bulutun, içinde rahat bıraktığında, onun bir kaç gün sonra bir gerçekliğe dönüştüğünü göreceksin. Çünkü o orada; yalnızca sen henüz onu hissedemedin. O orada. Herkes bu mutluluk bulutunun içinde yaşıyor- kişinin sadece bunu görmesi gerekiyor, hepsi bu. Biz onunla doğduk. Bizim auramız, bizim asıl doğamız o. Bu yüzden arada sırada sadece sessizce, oturup gevşe ve etrafını saran, sürekli değişse de hep seninle kalan bir mutluluk bulutunun içinde kendini kaybettiğini hisset.
Kendini kaybetmeye başladıkça git gide daha mutlu hissedecek, mest olacaksın. Senin tamamen kaybolduğun ve geriye yalnızca bulutun kaldığı ender anlar gelecek. İşte bunlar satori veya samadhi anlarıdır. Onlar hakikate atılan ilk bakışlardır; uzak bakışlar da olsalar…
Tohum bir kez orada olduğunda, ağaç arkasından gelecektir.
BUNU HAYAL ET!
Güçlü bir hayal gücüne sahipsen ve bu kapasiteni bilinçli bir şekilde kullanabiliyorsan, bunun müthiş faydası olabilir. Bilinçli olarak kullanamadığında ise bu bir engele dönüşür. Kişi kapasiteye sahipse onu kullanmalıdır; yoksa yolunu tıkayan bir kayaya dönüşür bu. Kişi onun üzerinden atlayıp, onu bir atlama taşına dönüştürmelidir.
Şu üç şeyi yap:
Birincisi: kendini olabildiğince mutlu olarak hayal et. Bir kaç hafta içinde nedensiz yere çok mutlu olmaya başladığını göreceksin. Bu uykudaki kapasitenin kanıtı olacak. Demek ki sabah ilk iş olarak kendini müthiş derecede mutlu olarak hayal etmelisin. Yataktan çok mutlu bir ruh halinde çık- ışık saçar, için içine sığmaz bir halde, sanki o gün kusursuz, inanılmaz derecede değerli bir şey olacakmış gibi bir beklenti içinde ol. Son derece olumlu ve umutlu bir ruh halinde, o gün sıradan bir gün olmayacakmış, sıradışı, olağanüstü bir şeyler seni bekliyormuş, çok yakınındaymış hissiyle çık yataktan. Gün boyunca bu hissi tekrar, tekrar hatırlamaya çalış. Yedi gün içinde göreceksin ki tüm davranış biçimin, tüm alışkanlıkların, tüm titreşimin bambaşka bir hale gelmiş.
İkincisi: gece yatarken kendini Tanrı’nın ellerine bıraktığını hayal et sadece…varoluş sana arka çıkıyormuş, sanki onun kucağında uykuya dalıyormuşsun gibi hisset. Sadece bunu hayal et ve uykuya dal. Bu hayali sürdürerek uykunun gelmesini bekle ki hayal gücü uykunun içine işlesin ve bu ikisi iç içe geçsin. İkincisi de bu.
Üçüncüsü: olumsuz hiçbir şey hayal etme çünkü hayal gücü kapasitesine sahip olan kişiler, olumsuz şeyler hayal ettiklerinde bunlar gerçek olmaya başlar. Hastalanacağını düşünürsen, hastalanırsın. Birinin gelip sana kabaca davranacağını düşünürsen öyle davranır. Bu durumu senin kendi hayal gücün yaratacaktır.
Önce sabah ve akşam canlandırmalarına başla ve gün boyunca olumsuz hiçbir şey hayal etmemeyi unutma. Öyle bir düşünce geldiğinde onu hemen olumlu bir şeye çevir. Ona hayır de. Ondan hemen vazgeç ve fırlatıp at onu.
GÖBEĞİNDEN GÜLÜMSE
Yapacak bir şeyin olmadan, öylece oturduğun anlarda sadece çeneni gevşetip, ağzını hafifçe aç. Ağızdan nefes almaya başla ama derin değil. Bırak bedenin nefes alsın, yani nefes yüzeysel olacak ve git gide daha da yüzeyselleşecektir. Nefesinin çok yüzeysel bir hale geldiğini, ağzının açık, çenenin gevşemiş olduğunu hissettiğinde tüm bedenin son derece gevşemiş olacak.
İşte o an bir gülümsemenin belirmeye başladığını ama bunun yüzünde değil, içsel varlığının her yanında meydana geldiğini hisset. Bunu yapabileceksin. Dudaklarda oluşan bir gülümseme değil; sadece içinde yayılan varoluşsal bir gülümsemedir bu.
Bunu bu akşam denersen ne olduğunu kavrarsın…çünkü bu anlatılabilecek bir şey değil. Dudaklarınla, yüzünle gülmene gerek yok; sanki göbeğinden gülüyorsun, sanki göbeğin gülümsüyor. Bu bir gülümseme, kahkaha değil; çok yumuşak, hassas ve narin bir şey. Sanki göbeğinde küçük bir gül açıyormuş, kokusu tüm bedenine yayılıyormuş gibi bir şey.
Bu gülümsemenin ne olduğunu bir kez kavradığında, yirmi dört saat boyunca mutlu kalabileceksin. O mutluluğu özlemeye başladığını hissettiğinde sadece gözlerini kapa ve o gülümsemeyi yeniden yakala; o hep orada duruyor olacak. Gün boyunca istediğin kadar çok kere onu yakalayabilirsin. O her zaman orada.
ÇİN SEDDİNİ YIK
Birçok insan tüm hayatları boyunca her şeyde belli bir yere kadar gidiyor. Kızmışsan bir yere kadar kızarsın. Üzgünsen bir yere kadar üzülürsün. Mutluysan bir yere kadar mutlu olursun. Asla ötesine geçmediğin nazik bir çizgi vardır; her şey oraya kadar gelir ve durur. Bu neredeyse otomatikleşmiştir; o çizgiye ulaştığın anda vazgeçersin.
Herkese öğretilmiştir bu: belli ölçüde kızmaya iznin olduğu çünkü ondan sonrasının tehlikeli olabileceği. Belli ölçüde mutlu olmana izin verilir çünkü mutluluk çıldırtıcı olabilir. Belli bir noktaya kadar üzülmene izin vardır çünkü ondan sonrası intihara yol açabilir. Bu şekilde eğitildin ve kendinle diğer herkes arasında bir Çin Seddi duruyor. Asla onun ötesine geçmiyorsun. Sahip olduğun tek alan, tek özgürlük orası bu yüzden mutlu veya neşeli olduğunda Çin Seddi araya giriyor. Demek ki onun farkında olman gerek.
Şu deneyi yapmaya başlarsan müthiş derecede faydası olacaktır bunun; buna abartma yöntemi denir. Bu en eski Tibet meditasyon yöntemlerinin biridir. Üzgün hissediyorsan gözlerini kapa ve üzüntüyü abart. Ona mümkün olduğunca kendini kaptır, sınırın ötesine geç. İnlemek, ağlayıp, zırlamak istiyorsan yap bunu. Yerde yuvarlanmak istiyorsan yuvarlan ama olağan sınırlarının ötesine geçip, daha önce hiç gitmediğin yere kadar git.
Bunu abart çünkü içinde yaşamış olduğun o daimi sınır öylesine adet haline gelmiş ki, onun ötesine geçemedikçe, farkına da varamayacaksın. O senin zihinsel alışkanlıklarının bir parçası, bu yüzden öfkelenebilirsin ama o sınırın ötesine geçmediğin taktirde bunun farkında olamayacaksın. Sonra aniden bunun farkına varacaksın çünkü daha önce hiç gerçekleşmemiş olan bir şey gerçekleşiyor olacak.
Üzüntü, öfke, kıskançlık- o anda her ne hissediyorsan onunla- ve özellikle de mutlulukla dene bunu. Mutlu olduğun zaman sınır tanıma. Git, sınırların dışına taş: danset, şarkı söyle veya koştur. Cimrilik etme.
Sınırı çiğnemeyi ve aşmayı bir kez öğrendiğinde, kendini tamamen farklı bir dünyada bulacaksın. İşte o zaman tüm hayatın boyunca neyi kaçırmakta olduğunu göreceksin.
O Çin Seddi’yle birçok kez karşı karşıya kalacaksın ama git gide onun nasıl dışına çıkabileceğini öğrenmeye başlayacaksın çünkü gerçekten orada değil o, sadece bir inanıştan ibaret…
ÖZEL BİR DÜNYA YARAT
Bu yöntemi her gece tekrarla. Bu üç adımdan oluşur.
İlk yedi gün boyunca, ilk adım: yatakta uzan veya otur ve ışıkları kapatıp, karanlıkta ol. Geçmişte yaşamış olduğun herhangi güzel bir anı hatırla. Herhangi güzel bir an….en iyisini seç sadece. Çok sıradan bir şey olabilir çünkü bazen sıradan yerlerde, sıradışı şeyler gerçekleşir.
Sadece hareketsizce oturuyor, hiçbir şey yapmıyorsun ve yağmur damlaları damın üzerine düşüyor. O anın kokusu, sesi….seni sarıp sarmalıyor ve o anda bir şey tırak diye yerine oturuyor ve kendini kutsal bir anın içinde buluyorsun. Ya da bir gün sokakta yürürken aniden ağaçların arkasından gelen güneş ışığı üzerine vuruyor ve tırak!- bir şey açılıyor. Bir anlığına başka bir dünyaya taşınıyorsun.
Anını seçtikten sonra onu bir hafta boyunca kullan. Öylece gözlerini kapa ve onu yeniden yaşa. Ayrıntılara gir. Yağmur damlaları damın üzerine düşüyor…o pıt, pıt sesi…koku…o anın kendine has dokusu… Bir kuş şakıyor, bir köpek havlıyor… yere bir tabak düşüyor- seslerin hepsi. Tüm açılardan, çok boyutlu olarak, tüm duyuları kullanarak ayrıntılara gir. Her akşam daha da derin ayrıntılara daldığını hissedip, o anı gerçekten yaşarken bile kaçırmış olabileceğin ama zihninin kaydettiği bazı şeyleri bile hatırlayabilirsin. Sen anı kaçırsan bile zihin kaydetmeye devam eder.
Deneyimlemiş olduğunu fark etmediğin incecik farkları hissetmeye başlayacaksın. Bilincin o ana odaklandığında, o an yeniden orada olacaktır. Yeni şeyler hissetmeye başlayacaksın.
Aniden onların hep orada durduğunu, ancak o anda senin onları kaçırmış olduğunu fark edeceksin. Ama zihin her şeyi kayda geçiyor. Çok ama çok güvenilir bir uşak o, muazzam bir kapasiteye sahip.
Yedinci güne geldiğinde, bu anı öylesine berrak bir şekilde görmeye başlayacaksın ki, şimdiye kadar hiçbir gerçek anı böylesine berrak olarak görmemiş olduğunu hissedeceksin.
Yedi günden sonra aynı şeye devam et ama bir şey daha ekleyerek: sekizinci gün etrafındaki havayı hisset. Havanın seni her yönden- bir metreye kadar- çepeçevre sarışını hisset. O ana dair bir auranın seni sarmaladığını hisset. On dördüncü güne doğru, o bir metrelik mesafenin dışında bambaşka bir boyutun varolduğunun bilincinde olsan da, neredeyse tümüyle farklı bir dünyanın içinde kalabilmeye başlayacaksın.
Sonra üçüncü haftada yeni bir şeyin daha eklenmesi gerekiyor. Anı yaşa, etrafın onunla sarılı olsun ve şimdi hayali bir anti-hava yarat.
Örneğin kendini çok iyi hissediyorsun; etrafın bir metrelik mesafede o iyilik, o tanrısallıkla çevrili. Şimdi şöyle bir durumu farz et: biri sana hakaret ediyor ama hakaret ancak sınıra kadar gelebiliyor. Orada bir çit var ve hakaret sana işleyemiyor. Bir ok gibi gidip, orada yere düşüyor. Veya üzücü bir anı hatırla: kırgınsın ama o kırgınlık etrafını saran cam duvara kadar gelip, yere düşüyor. Asla sana ulaşamıyor. Eğer ilk iki hafta iyi gitmişse, üçüncü hafta her şeyin ancak o bir metrelik sınıra kadar gelebildiğini ama hiçbir şeyin sana nüfuz edemediğini görebilmeye başlayacaksın.
Sonra dördüncü hafta itibariyle o aurayı korumaya devam et. Pazara giderken veya insanlarla konuşurken onu sürekli aklında tut.
Müthiş bir heyecan duyacaksın. Dünyanın içinde varlığını sürdürürken, kendine ait, özel bir dünya sürekli seninle olacak.
Bu seni şimdi’de yaşayabilecek hale getirecek çünkü aslında her an binlerce şeyin bombardımanına uğramaktasın. Onlar senin dikkatini çekiyor ve etrafında koruyucu bir aura yoksa savunmasız kalıyorsun. Bir köpek havlıyor ve aklın bir anda o tarafa çekiliyor. Köpek hafızana giriyor. Hafızanda geçmişten kalma birçok köpek mevcut. Arkadaşının bir köpeği var; şimdi köpekten arkadaşına geçmiş oldun, oradan da onun bir zamanlar aşık olduğun kız kardeşine geçeceksin. İşte tüm saçmalık böyle başlıyor. Köpek şimdi havlıyorken seni geçmişte bambaşka yerlere götürmüş oldu. Seni geleceğe de götürebilir, bunu kimse bilemez. Her şey seni her yere götürebilir; bu çok karmaşıktır.
Bu yüzden kişinin kendisini saran, koruyucu bir auraya ihtiyacı vardır. Köpek havlamaya devam eder ama sen kendi içinde oturaklı, sakin, sessiz ve merkezde kalırsın.
Bu aurayı birkaç günlüğüne veya birkaç aylığına yanında taşı. Artık ona ihtiyacın kalmadığını gördüğünde bırakabilirsin onu. Şimdi ve burada olmayı bir kez öğrendiğinde, bir kez onun keyfine, muazzam mutluluğuna vardığında, aurayı bırakabilirsin.
MUTLU AYAKLAR
Kahkaha attığında, kahkaha tüm bedeninden geçmeli, anlaşılması gereken nokta bu. Yalnızca dudaklarınla, yalnızca boğazınla da kahkaha atabilirsin ama bu fazla derin olmayacaktır.
Odanın ortasında, yere otur ve sanki kahkaha ayak tabanlarından geliyormuş gibi hisset. Önce gözlerini kapa, sonra da kahkaha dalgalarının ayaklarından yayılışını hisset. Bunlar son derece belli belirsiz olacaktır. Sonra göbeğe ulaşıp, daha görünür hale geleceklerdir; göbek sallanmaya ve titremeye başlayacaktır. Onu oradan kalbine taşı, o zaman kalbin dopdolu hissedecek. Oradan da boğazına ve dudaklarına doğru çıkart. Dudakların ve boğazınla kahkaha atabilirsin; kahkahaya benzer sesler çıkarabilirsin ama bu ne gerçek bir kahkaha olacak ne de fazla bir işe yarayacaktır. Bu yine ancak mekanik bir hareket olarak kalacaktır.
Gülmeye başladığında küçük bir çocuk olduğunu hayal et. Kendini gözünde küçük bir çocuk olarak canlandır. Küçük çocuklar kahkahayla gülerken yerde yuvarlanmaya başlarlar. İçinden geliyorsa sen de yerde yuvarlanmaya başla. Tüm amaç buna tüm benliğinle dahil olmak. Çıkan ses, bu dahil oluş kadar anlamlı değildir. Bu bir kez başladığında ne olduğunu anlayacaksın.
İlk iki, üç gün boyunca sana bunun olup olmadığını anlayamayabilirsin ama olacaktır. Onu köklerinden al, getir- tıpkı açan bir çiçeğin, ağacın köklerinden yola çıkışı gibi. Git gide yukarı çıkar. Daha önce hiçbir aşamada göremezsin; yalnızca yukarı ulaşıp çiçeklendiğinde görebilirsin onu. Ama o köklerden, yerin çok derinlerinden geliyordur. En derinlerden beri yoldadır.
Kahkaha da aynen bu şekilde önce ayaklardan başlayıp, yukarı doğru yol almalıdır. Bırak tüm bedenin onunla sarsılsın. O titreşimi hisset ve onunla işbirliği içinde ol. En başta biraz abartman gerekse de bunun faydası olacaktır. Elinin titrediğini hissediyorsan, daha çok titremesine yardım et ki enerji daha çok dalgalanmaya, akmaya başlasın. Sonra yerde yuvarlanıp, gülmeye başla.
Bunu akşam uykuya yatmadan önce yap. On dakika yeterlidir, sonra uyu. Sabah yeniden, bunu ilk iş olarak yatakta tekrar edebilirsin. Gece gülüşü yeni bir uyku akımı yaratacaktır. Rüyaların daha neşeli, daha gümbür, gümbür olacak ve sabah gülüşüne de yardımları dokunacak; ona fon oluşturacaklardır. Sabah gülüşü ise tüm günün akışını belirleyecektir. Sabah ilk iş olarak ne yaparsan, bu her ne olursa olsun gününün akışını belirler.
Eğer ilk önce öfkelendiysen bu zincirleme gidecektir. Bir öfke diğerine, o da bir başka öfkeye neden olacaktır. Kendini son derece kırılmaya açık hissettiğin için en küçük şeyler seni incitir, hakaret gibi gelir. Her şey peş peşe gider. Güne başlamanın en iyi yolu gülmektir ama bırak bu bütün bir şeye dönüşsün. Gün boyunca, ne zaman fırsat bulsan, kaçırma- kahkahayla gül!
EVET MANTRASI
Ben sana hayata, aşka, insanlara evet demeyi öğretiyorum. Evet, dikenler de var ama oturup onları saymaya da gerek yok. Onları görmemezlikten gel; gül üzerine meditasyon yap. Eğer meditasyonun gülün derinlerine inerse, gül de senin içinde derinlere inecek ve dikenleri daha da küçülecektir. Bir an gelecek ve gül seni tamamen ele geçirmiş, o anda dünyada artık hiçbir diken kalmamış olacak.
Enerjini “evet”e yatırmaya, “evet”i bir mantraya çevirmeye başla. Her gece uyumadan önce “evet…evet…” diye tekrar edip, onunla aynı frekansa gir. Onunla birlikte sallanıp, tepeden tırnağa tüm benliğini ele geçirmesine izin ver. Bırak içine işlesin. “Evet…evet…evet” diye tekrar et. Her gece on dakika boyunca, bırak bu senin duan olsun ve sonra uyu.
Sabah erkenden, yine, en az üç dakika boyunca yatağında oturup bunu yap. İlk işin “evet” i tekrar edip o hissin içine girmek olsun.
Gün boyunca, ne zaman olumsuz hissetmeye başlarsan, yolda, herhangi bir yerde dur. Yüksek sesle “Evet…evet” diyebiliyorsan iyi, yoksa en azından sessizce, “Evet…evet” diyebilirsin. Üç hafta boyunca “evet”i yap.
ÜZÜLME, ÖFKELEN!
Öfke ve üzüntü aynı şeydir. Üzüntü öfkenin pasif hali, öfke ise üzüntünün harekete geçmiş halidir. Üzgün bir kişinin öfkelenmesi zordur. Üzgün birini kızdırabilirsen, üzüntüsü anında yok olacaktır. Öfkeli birinin ise üzülmesi çok zordur. Onu üzgün hale getirebildiğin anda, öfkesi kaybolacaktır.
Tüm duygularımızda temel kutuplaşma hüküm sürer- erkek ve kadın, yin ve yang, eril ve dişi. Öfke eril, üzüntü ise dişidir. Yani üzüntüyle aynı frekanstaysan öfkeye geçmen zordur ama senden yapmanı istediğim şey bu. Bunu dışa vur, hareketlerinle ortaya koy. Saçma gibi görünse de, kendi gözünde aptal durumuna düşmek pahasına da olsa yine de ortaya koy!
Öfke ve üzüntü arasında gidip, gelebilirsen, ikisi de aynı şekilde kolaylaşacaktır. Bunların üstüne çıkacak ve o zaman her şeyi dışarıdan izleyebileceksin. Ancak perdenin arkasına geçip, bu oyunları oradan izleyebildiğinde, bu ikisinin de ötesine geçebilirsin. Ama önce bu ikisi arasında kolaylıkla hareket edebiliyor olman gerek; yoksa üzgün kalmaya devam edersin ve kişi ağır olduğunda, bir şeyleri aşması zordur.
Unutma; iki enerji, iki zıt enerji tıpatıp aynıdır, yüzde elli yüzde ellidir ve bu yüzden onların dışına çıkmak çok kolaydır çünkü onlar sürekli birbiriyle savaşıp, birbirlerini silerler ve sen ikisinin de eline düşmemiş olursun.
Üzüntün ve öfken yüzde elli yüzde ellidir, eşit enerjilerdir ve bu yüzden birbirlerini silerler. Bir anda özgür kalmış olur ve dışarı adım atabilirsin. Ama eğer üzüntü yüzde yetmiş, öfke yüzde otuz ise, bu işleri epey güçleştirir. Yüzde yetmiş üzüntüye karşı, yüzde otuz öfke demek, geride hala yüzde kırk oranında üzüntü kalacak demektir ve bu durumda senin onun dışına çıkman imkansız olacaktır. O yüzde kırklık kısım etrafta takılıp kalacaktır.
Demek ki içsel enerjilerin temel kaidelerinden biri budur; daima zıt kutupların eşit düzeye gelmesini sağlamakla onların dışına çıkabilirsin. Bu, iki insan kendi aralarında kavga ederken senin oradan kaçabilmene benzer. Onlar birbirleriyle öylesine meşguldür ki sen endişeye hiç gerek kalmadan oradan kaçabilirsin.
Zihnini bu işe karıştırma. Bunu bir alıştırmaya dönüştür. Bunu gündelik bir alıştırmaya dönüştürebilirsin; onun gelmesini beklemeyi unut. Her gün öfkelenmelisin- bu daha kolaydır. Zıpla, koş, bağır öfkeyi ortaya çıkar. Onu nedensiz yere ortaya çıkarabilmeye başladığında çok mutlu olacaksın çünkü artık özgürlüğün olacak. Aksi durumda öfke bile durumların egemenliğindedir; onun efendisi sen değilsin. Onu ortaya bile çıkaramazken, nasıl kurtulacaksın ondan?
Başta bu biraz garip ve inanılmaz görünecek çünkü şimdiye kadar hep öfkeni ortaya çıkaran şeyin başka birinin sana ettiği hakaretler olduğu teorisine inandın. Ama bu doğru değil. Öfke hep orada duruyordu; başkaları onun açığa çıkmasına bahane oluyordu sadece.
Kendine bir bahane bulabilirsin: seni öfkelendirebilecek ve geçmişte öfkelendirmiş de olan bir durum hayal et. Duvarla konuş, bir şeyler söyle. Kısa sürede duvar seninle konuşuyor olacak! Tamamen çıldır. Öfke ve üzüntüyü eşit düzeye, tam orantılı hale getirmen gerekiyor. Onlar birbirlerini silecek, sen de böylelikle bu durumun dışına çıkabileceksin.
George Gurdjieff buna- içsel enerjileri karşı karşıya getirip birbirlerini silmekle meşgul bırakıp kaçma fırsatını yakalamaya, sinsi adamın yolu derdi.
ARALARA DİKKAT ET
Esas olan aralarda, iki sözcüğün, iki düşüncenin veya iki duygunun arasında yatan boşluktur. Her nerede boşluk varsa- uykuyla uyanıklık, uyanıklıkla uyku arasında… Beden ve ruh arasında bir boşlukta- o arada… Aşk nefrete döneken- aşk olmaktan çıktığı ama henüz nefrete dönüşmemiş olduğu o boşlukta. Geçmiş geleceğe dönerken- artık yokken, ama gelecek de henüz gelmemişken aradaki o küçücük an- işte Şimdiki zaman, bu andır, odur. O kadar küçüktür ki zamanın bir parçası olduğu bile söylenemez. Bölünemez derecede küçüktür; parçalara ayrılamaz. O boşluk bölünmezdir ve her an bin bir şekilde gelir.
Ruh hallerin birinden diğerine değişip durur ve sen onların arasından geçersin. Yirmi dört saat içinde bu aralarla o kadar çok karşılaşıyoruz ki, onları kaçırıp duruyor oluşumuz mucize gibi. Ama asla o boşluğa bakmıyoruz; bu numarayı, boşluklara bakmamayı öğrenmişiz. O öyle küçük ki, gelip gittiğinde onun orada olmuş olduğunun farkına bile varmıyoruz. Bir şeyler ancak artık olmadığında, geçmişin bir parçasına dönüştüğünde onların farkına varıyoruz. Veya yolda olduklarında, geleceğin bir parçası olduklarında onları fark ediyoruz ama gerçekten orada oldukları zaman bir şekilde onları görmemeyi beceriyoruz.
Öfkeli olduğunda bunu görmezsin; sonradan pişman olursun. O çok yakınlaştığında onu hissedersin ve yeniden geliyor oluşu seni rahatsız eder. Ama o orada olduğu anda aniden kör, sağır, farkındalıktan yoksun ve bilinçsiz bir hale gelirsin. Aradaki boşluk o kadar küçüktür ki, mutlak derecede uyanık olmadığın sürece onu kaçırıp duracaksın. O kadar küçüktür ki o, ancak mutlak farkındalıkla yakalanabilir. Ancak tamamen orada olabildiğinde onu görebilirsin. Bir düşünce yok olup, diğerinin oluşmaya başladığı sırada, ikisinin arasında düşüncenin olmadığı bir boşluk mevcuttur. İşte esas olan budur.
Sana anahtarı olduğu gibi veriyorum. Şimdi işe koyulup ona sahip çıkmak sana düşüyor.
Uykuya dalarken, henüz uykuda olmadığın ama artık uyanık da olmadığın o boşluğu görmeye çalış. Bir an gelir. Çok nazik bir an- ama fazla sürmez bu. O küçük bir esinti, bir melteme benzer: gelmesiyle gitmesi bir olur. Ama onu yakalamayı becebilirsen çok şaşıracaksın: hayatın en büyük hazinelerinden birine rastlamış olacaksın.
Bu boşlukların içinden geçerken, farkında olmasan bile onlardan yararlanmış oluyorsun. Onun kokusunun bir parçası, ona ait bir şeyler, sen farkına varmamış olsan bile varlığında asılı kalıyor. Ama şu andan itibaren tetikte ol. Yavaş, yavaş bu hüneri edineceksin.
ÜÇ KERE KAYDA GEÇMEK
Budizmde “üç kere dikkate almak” denilen belli bir yöntem vardır. Bir sorun çıktığında- örneğin kişi aniden cinsel bir dürtü, veya açgözlülük veya öfke duyduğunda- kişinin bu duygunun orada olduğunu üç kere kayda geçmesi gerekiyor. Eğer öfke hissi geldiyse, mürit içinden üç kere, “Öfke…öfke…öfke” demeli ki, onu tamamen fark etmiş, bilincinden kaçmasını engellemiş olsun. Hepsi bu- sonra her ne yapmaktaysa ona geri dönüyor. Öfkeyle ilgili bir şey yapmıyor, sadece onu üç kere kayda geçiyor.
Bu müthiş güzelliktedir. Bir şeyin farkına vardığın ve onu kayda geçtiğin anda o kaybolur. Artık seni ele geçiremez çünkü bu ancak sen bilinçsiz olduğunda mümkündür. Bu üç kere kaydediş seni kendi içinde öylesine farkında yapar ki, öfkeden ayrılmış olursun. Onu nesnelleştirebilirsin çünkü o oradadır ve sen buradasındır. Buda müritlerine bunu her alanda uygulamalarını söylemişti.
Genelde tüm kültür ve uygarlıklar bize sorunları bastırmayı öğrettiği için git gide onların farkına varmamaya- hatta onları unutup, var olmadıklarını sanmaya başlıyorsun.
Aslında doğru olan bunun tam tersidir. Onların mutlak derecede bilincine vardığında, bu bilince varmanın ve onlara odaklanmanın ta kendisi, sorunların eriyip gitmesini sağlayacaktır.
DOĞRULAMA KURALI
“Doğrulama kuralı” denen müthiş bir kural vardır. İçinden bir şeyi derinlemesine, bütün ve mutlak olarak doğruladığında, o gerçek olmaya başlar. İnsanlar bu yüzden sefalet içindedir- sefaleti doğrularlar! İnsanlar bu yüzden mutludur-ama sadece bir kaç kişi, çünkü sadece bir kaç kişi hayatlarını nasıl şekillendirdiklerinin farkındadır. Bir kez coşkuyu doğruladıklarında, coşkulu insanlar olurlar.
Bunu amaç edin: olumsuz olanı doğrulamayı bırakıp, olumlu olanı doğrulamaya başla.
Bir kaç hafta içinde, elinde nasıl sihirli bir anahtar tutuyor olduğuna şaşıracaksın.
Örneğin kolay üzülen biriysen, gece yatmadan önce yirmi kere kendi kendine sessiz ve derin bir şekilde- ama kendini duyabilecek kadar yüksek sesle- sevinçli olacağını, bunun gerçekleşeceğini, yolda olduğunu doğrula. Artık son üzüntünü yaşadın…üzüntüye elveda! Bunu yirmi kere tekar edip uykuya dal.
Sabah uyandığının farkına vardığın anda, daha gözlerini açmadan bunu yirmi kere tekrarla.
Gör bak, günün nasıl değişiyor. Şaşıracaksın çünkü farklı bir nitelik seni sarmalıyor olacak. Yedi gün içinde bir şeyi doğrulamış ve onun sonucunu görmüş olacaksın. Sonra yavaş, yavaş olumsuz olan her şeyden kurtul. Her hafta bir olumsuz şey seçip ondan kurtul. Bir tane de olumlu nitelik seçip onu iyice özümse.
Bu tamamen bir seçim meselesidir. Cehennemi yaratan da kendi düşüncelerindir, cenneti yaratan da. “İnsan ne düşünüyorsa odur”. Buna tanık olduğun zaman- düşüncenin hem cehennemi hem de cenneti yaratabildiğine- sıfır-düşünce noktasına doğru o nihai sıçrayışın gerçekleşmesi mümkün olur. Kişi o zaman artık hem cehennemin hem de cennetin ötesine geçebilir. Ve unutma cenneti aşmak, cehennemi aşmaktan daha kolaydır. Bu yüzden önce olumsuzdan başlayıp, sonra olumluya geç. Bu bir paradoks gibi görünse de güzel bir şeyi bırakmak, çirkin bir şeyi bırakmaktan daha kolaydır. Çirkin şeyler insana yapışıp, kalır.
Cehennemi cennete dönüştür- Batı dinleri asla bunun ötesine geçmese de Doğu buna çabaladı- sonra cenneti de bırak çünkü olumlu bir düşünce bile hala bir düşüncedir.
Sıfır-düşünceyi, düşüncesizliği doğrulamaya başlarsan, sonunda nihai olan gerçekleşecektir.
OSHO
______________

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder